Mevlana Takvimi Mevlana Takvimi
-
- Din ve Maneviyat
-
Mevlana Takvimi günlük takvim yazıları
-
HEDİYELERİ GERİ ÇEVİRME! - 28 NİSAN 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in bizlere olan emir
ve vasiyetlerinden biri, peşinde koşmaksızın, hediyeleri kabullenip reddetmememiz hakkındadır. Çünkü bu rızk bizlerin cehdi ve gayreti olmadan gelmiştir.
Hâkk Teâlâ kitabında, “Her kim Allâh’tan sakınırsa, Allâh kendisine bir çıkış yeri ihsan eder.
Onu hatır ve hayâline gelmeyecek bir cihetten de
rızıklandırır” (Talâk s. 3) buyurmaktadır.
Hâkk Teâlâ kullarına ancak, verdiği helâl rızk ile
minnette bulunur. Ebu’l-Hasan eş-Şâzilî (r.âleyh)’in
yolu şu idi: “Hiçbir şey istememek, hiçbir rızkı geri
çevirmemek, hiçbir rızkı toplayıp biriktirmemek.”
Hz. Ömer (r.a)’den naklen şu hadîsi rivayet ederler: “Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir kere bana hediye verdi. Ben de “Efendimiz (s.a.v.)’e, bu hediyelerinizi benden daha muhtaç fakir olanlara veriniz”
dedim. Efendimiz (s.a.v.) bana, “Bu gibi mal bir
kimseden istemeden sana gelirse, bunu al kendi
mülküne geçir, istersen ye, istersen sadaka olarak birisine ver. Kendiliğinden gelmeyen şeylerin
peşinde de kendini yorma” buyurdu.” (Buharî) Salim
(r.a.) diyor ki; “Bu sebeple, Abdullah bin Ömer (r.a.)
hiç kimseden bir şey istemez, verileni de geri çevirmezdi.”
Sahih senedlerle şu hadîsi rivayet edilmiştir: “Kişi
istemeden, nefsi arzulamadan, bir din kardeşinden kendisine bir iyilik veya rızık gelirse, onu
geri çevirmeyip kabul etmelidir, öyle bir rızıktır
ki, o rızkı Allâh (c.c.) ona ulaştırmıştır.” (Ebu Ya’lâ)
(İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.177-179) -
AİLEDE REİSLİK KİMDE OLMALI? - 27 NİSAN 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Farklı vücut ve ruh yapılarıyla kadın ve erkek evlilikte bir
bütünlük oluştururlar. Bu farklılıkların görev paylaşımında
göz önüne alınması tabidir. Günümüzde kadının statüsü
gittikçe değişmekte, daha çok aktif olmakta, çalışmaya yönelmekte ve adeta erkeksi rollere bürünmektedir. Kadını erkekten ayıran ruhi farklar bu şekilde törpülenmekte, kadın
da anneliğe mahsus hisler açısından fakir ve bencil olmaktadır. Böylece evde kadının hakim olduğu “anne tipi aile”ler
gittikçe artmaktadır.
Halbuki bir yaşında, annenin çocuğa karşı ilgi ve bakımı, desteği uygun doyum sağlayabilecek seviyede ise
çocuk gelecek gelişim basamaklarını kolay aşar. Anne
otoriter, erkek rolünü üstlenmişse; çocuğa yeterli duygusal
doyumu sağlayamaz. Araştırmacı Pitts’e göre; otoritenin
kimde olduğunun bi linmesi gerekir ve otorite aile refahını
sağlayan kişiye verilmelidir.
Otorite olmayıp, aile çevresinde anneye ve babaya ait
iki ayrı kaide ve yasak topluluğu olursa, çocuk neye itaat et·
mesi gerektiği hakkında bir fikir edinemeyecektir. Bu halde
çocuk hangi tarafı memnun edeceği konusunda tereddüte
düşer. Daha sonra bu ikiliği kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak, çok zararlı özellikler ve bozuk bir şahsiyet
geliştirir. Aslında her grubun bir başkanı olur ve bu bellidir.
Yönetim kurulu başkanı olmayan bir firma veya komutanı
olmayan bir ordu anlamsız, beceriksiz olur ve çabucak parçalanıp dağılır. Aynı durum aile için de geçerlidir. Ailenin
bir lidere ihtiyacı vardır, çünkü bu bir iştir ve meşguliyettir.
Kutsal kitabımıza göre de ailenin başkanlığını erkeğin,
kocanın, babanın yapması gerektiği anlaşılır. Tabii babanın
aile reisi olması demek annenin hiçbir fikir beyân edemeyeceği anlamına gelmez. Annenin, ailenin bir ferdi olarak
(özellikle evin içiyle ilgili hususlarda) fikri alınır. Böylece her
fert kendine göre görev almış olur.
(Prof. Dr. Sefa Saygılı, Evlilikte Mutluluk Sanatı, s.39-41) -
DÜZGÜN KILINAN NAMAZ, KILANI DÜZELTİR - 26 NİSAN 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Tadil-i erkân; namazdaki herbir rüknün hakkını vermek,
acele bir şekilde namaz kılmamak, namazda huşûyu yakalamak için zihni meşgul edecek şeylerden kaçınıp “namaz
hırsızlığı” yapmamaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Öyle namaz kılanlar var ki kıldıkları namazlarda hayır yoktur.”
(Aclunî) uyarısı, namazın hakkını vermeyen ve neticesinde
de ahlaki değişime uğramayanlar içindir. Namazın oluşturacağı ahlakî değişimle ilgili Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İnsanın kılmış olduğu namazı kendisini her
türlü ahlâksızlıktan ve şeriata aykırı davranışlardan men
etmiyorsa, böyle bir namaz ancak kişiyi Allâh (c.c.)’dan
daha da uzaklaştırıyor demektir.” (Heysemî) Bu hadisteki
kapalılık bir başka hadiste daha açık ifade edilmiştir: “Nice
oruç tutan var ki tuttuğu oruçtan payına düşen sadece
açlık ve susuzluktur. Nice gece namazı kılan da var ki,
kıldığı namazdan nasibi sadece uykusuzluktur.” (Ahmed)
Bu çerçevede Resûlullâh (s.a.v.)’e; “Bir adam hem
(gece) namaz kılıyor, sabah olunca da hırsızlık yapıyor.”
dediklerinde, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz namazın bu değiştirici ve dönüştürücü özelliklerine dikkat çekerek şöyle buyurmuştur: “Eğer dediğiniz gibi gerçekten namaz kılıyorsa, kıldığı namaz o kişiyi hırsızlıktan engelleyecektir.”
(Heysemî)
Toplumumuzdaki “hem namaz kılıyor hem de ticaretinde
hile var” veya başka türden, namaz kılanlara yakıştırılmayan
çirkin davranışlar, namazın kâmil anlamda edâ edilmemesinin yansımalarıdır. Namazın değiştirici özelliğini bizzat Yüce
Allâh haber vermiştir: “Kitaptan sana vahyedilenleri oku,
namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder..” (Ankebut s. 45) Bir yandan Müslümanlığın
sembolü olan namazı kılıp diğer yandan liberal, kapitalist,
sosyalist, pozitivist, seküler veya hümanist olamaz. İmânına
yüzdeleme getiremez. Namaz kılmalarına rağmen imân zafiyeti içinde olanlar namazlarını gözden geçirmelidirler.
(Mehmet Sürmeli, Bir Arınma Eylemi Olarak Namaz) -
HACAMAT NE ZAMAN YAPILIR? - 25 NİSAN 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
En eski dönemlerden günümüze kadar, gerek koruyucu
hekimlikte gerekse bazı hastalıkların tedavisinde hacamat
usulü geçerliliğini sürdürmüştür. Hacamatın en faydalı olduğu mevsimi sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bize; kiraz
yemeden evvel yani yaz başlangıcı, olarak bildirmiştir. Gün
olarak da arabî ayların 15-17-19-21-23’den itibaren ay sonuna kadar olan günleri tavsiye etmişlerdir. Hacamat için
en uygun gün Pazartesi günüdür.
Vakit olarak sabah erken hacamat yapılabildiği gibi,
öğlen veya daha sonra da hacamat yapılabilir. Hacamatta
vücudun dinlenmiş olması, uykusuz ve yorgun olmaması
esas şarttır.
Kan aldırma işini, kamerî ayların ilk ve son günlerinde
değil, dolunay veya dolunaydan sonraki günlerde yaptırmak en uygunudur. Çünkü bu günler, vücuttaki kanın en
hareketli ve en çok olduğu günlerdir. Bu; sağlıklı kimselerin,
sünnete uymak için yaptırdıkları ve sıhhat üzere devam etmeye vesile olan kan aldırmaları ile ilgilidir. Hasta kimseler
ise durumlarına göre, gece-gündüz ve ihtiyaç duyulduğu
her zaman kan aldırabilirler. Çünkü bunda zaruret vardır.
Kan aldırmanın en uygun olduğu zamanlarla ilgili olarak
Peygamber (s.a.v.): “Ayın onbeş, onyedi, ondokuz ve
yirmibirinci günleri kan aldırınız! Zira bu günlerde kan
hücuma geçerek sizden birinizi öldürmesin!” (Tirmizi)
“Sıcakların arttığı zaman, kan aldırmakla sıcağın etkisini gidermeye çalışınız! Zira sıcakta sizden birinizin kanı
hücuma geçerek, onu öldürmesin!” (Hâkim) buyurmuştur.
İbn-i Milhan el-Kaysî (r.a.) demiştir ki: “Peygamber (s.a.v.)
bize, her ayın on üç, on dört ve on beşinci (eyyamı biyz)
günlerinde oruç tutmamızı tavsiye ederdi.”
Yukarıdaki hadîs-i şerîflerde arabî ayların 13,14 ve 15.
günlerinde oruç tutulması ve kan aldırma işleminin de arabî
ayların 15,17,19 ve 21’inde yapılması tavsiye edilmiştir.
(Ömer Muhammed Öztürk, Misvâk ve Hacamat) -
İSLÂM’DA NÂKLİN EMRİNDEKİ AKIL MUTEBERDİR - 24 NİSAN 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Müslümanlardan bir kısmı “İslâm dini akıl ve mantık
dinidir” diyerek, aklı ve düşünceyi kendilerine din ve yol
gösterici olarak kabul etmişlerdir. Bunlardan bir kısmı da
dinin birçok vecibelerini yerine getirdikleri halde ilim zannettikleri, oysa ki hayalden öteye gitmeyen ilimleri, noksan
bilgileri ve maddeci akıllarıyla, başta müçtehid imâmları,
selef ve halef ulemasını beğenmemekte ve onları taklid
etmeyi büyük bir eksiklik saymaktadırlar. Bunlar, salih selefin kitaplarını okumaktan ve anlamaktan aciz oldukları
halde, onların yerlerini almak, her Mü’min’in kalbinde bulunan sevgi ve güven tahtına oturmaya çalışmaktadırlar.
Bunların gayeleri yüce dine hizmet etmek değildir.
Oysa bu mukaddes davaya gerçekten hizmet edenler,
bu ümmetin en salih, en verâ sahibi, en muttaki insanları
idiler. Özel hayatları yoktu, insanları kapılarından kovmaz
veya onlardan hele de alimlerden hiç mi hiç kaçmazlardı.
Zira aldıkları ilim, takvâ ve terbiye böyle davranmalarını
gerektiriyordu. İsmet (günahsızlık) iddiaları olmadığı gibi
Ehl-i Sünnet de peygamberlerden başka hiçbir kimsenin
masum olmadığını bilmekte ve inanmaktadırlar. Bu davanın erleri Allâh (c.c.)’dan başkasına kul olmadılar. Mukaddes davâlarını makâma, şana, şöhrete ve menfaate
satmadılar. Allâh (c.c.) cümlesinden razı olsun. Bu ümmet
onlara şükran borçludur.
(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Âkâidi, s.13)
MECELLE KÂİDESİ ÖĞRENELİM!
Kâide 34: Alınması memnu’ olan şeyin, vermesi dahi
memnu’ olur. Misal: Faiz geliri elde etmek haram olduğu
gibi borç alıp faiz ödemek de caiz değildir.
Kâide 35: İşlenmesi memnu’ olan şeyin istenmesi
dahi memnu’ olur. Misâl: Zulmetmek, rüşvet vermek men
edildiği gibi birisinden bunları yapmasını istemek de men
edilmiştir, caiz değildir -
CEHENNEME PERDE: KIZ ÇOCUĞU YETİŞTİRMEK - 23 NİSAN 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ashâb-ı Kirâm (r.a.)’den Ukbe bin Âmir (r.a.) şöyle
dedi: “Resûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken dinledim:
“Kimin üç kızı bulunur da, onların yetişmesindeki zorluklara sabreder, elindeki imkânlarla onları
giydirip kuşatırsa, bu çocuklar onunla cehennem
ateşi arasına perde olurlar.”
Câbir ibni Abdillâh (r.a.), kendisini dinleyenlere,
Resûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “Üç
kızı olan, onları koruyup gözeten, ihtiyaçlarını temin eden ve onlara şefkâtli davranan kimse mutlaka cennete girer.” Câbir ibni Abdillâh (r.a.) sözlerine
şöyle devam etti: Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in meclisinde bulunan bir adam: “Yâ Resûlallâh! İki kızı olup,
onları aynı şekilde yetiştiren kimse de cennete girer
mi?” diye sordu. Allâh’ın Resûlü (s.a.v.) ona: “Evet,
iki kızını aynı şekilde yetiştiren de cennete girer.”
buyurdu.
Kızlar, erkeklere göre daha nârindir. Hayatın zorluklarına ve kendilerini bekleyen tehlikelere karşı korunmaları gerekir. Onların maddî ihtiyaçlarını gidermek elbette önemli, ama yeterli değildir. Onları, her
sıkıntıya katlanarak İslâm terbiyesiyle eğitmek daha
da önemlidir. İşte bu sebeple Resûl-i Ekrem (s.a.v.)
Efendimiz iki veya üç kızını kimseye muhtaç etmeden
büyüten babayı veya anneyi Allâhü Teâlâ’nın cehennem ateşinden koruyacağını müjdelemektedir.
Allâh’ın Resûlü (s.a.v.), kız çocuklarını güzelce
yetiştirdikten sonra, onların iyi bir evlilik yapmalarını
sağlamayı, hattâ daha sonra da kendilerine yardımcı
olmayı tavsiye buyurmuştur. (İmâm Buhârî, Edebü’l-Müfred, c.1, s.110-112)