Yeni Şafak Yazarlar Yeni Şafak
-
- Actualités
-
Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.
-
YASİN AKTAY - Sudan’da Olanlar Da Sudan’la Sınırlı Değil
7. ayında bütün vahşet ve küstahlığıyla devam etmekte olan İsrail soykırımı dünyanın farklı
bölgelerinde, aslında aynı dünya düzeninin bir tezahürü olarak gerçekleşmekte olan başka
sorunları gölgede bırakıyor. Kesinlikle Gazze’deki soykırım şu anda dünyanın en önemli
meselesi, bu meseleyi ikincil duruma düşürecek her türlü girişime karşı hassasiyeti
korumak gerekiyor. Ama bu mesele ile meşgul oldukça dünyanın farklı bölgelerinde belki
yine aynı meselenin uzantısı olan başka haksızlıklar, işgaller, paylaşımlar gerçekleşmektedir.
Doğu Türkistan’da olanlar, Myanmar’da, Hindistan’da, Keşmir’de yaşananlar belki İsrail’in
soykırımından kendilerine meşruiyet bile devşirebiliyor.
Ya Sudan’da olup bitenler? İsrail’in 7 Ekim’den uzunca zaman önce başlattığı yayılma
programının Sudan üzerinde özel olarak durduğunu duymayan yoktu. Ama Ömer el-Beşir’e
muhalif ve Sudan’ın yeniden paylaşımını planlayan güçlerin Tel Aviv’de uzun yıllardır
ofisleriyle, faaliyetleriyle konuşlanmış olduğunu çok az kişi duymuştur. Oysa Ömer el-
Beşir’den hemen sonra oluşan kaotik durumda Sudan’ı yöneten konseyin en önemli
icraatlarından biri İsrail’le normalleşme adımlarını atmaya başlaması olmuştu.
İsrail, İslam dünyasındaki kaotik durumlardan maksimum kârlar devşirmekte oldukça
mahir. Ömer el-Beşir’i ekonomik kriz ve demokrasi yokluğu bahanesiyle deviren Değişim
Cephesi’nin içindeki komünistlerin halkta hiçbir karşılığı olmadığı halde Cephede en fazla
sözsahibi olmayı nasıl olduysa başarmışlardı. Bunların yurtdışından gönderilen Abdullah
Hamduk başbakanlığında iş başına gelir gelmez ekonomik durumu düzeltmek yerine tam bir
28 Şubat yönetimi tesis etmeye ve katı laiklik politikalarıyla İslam’la kavga etmeye
başlaması üzerine halkın gerçekten demokratik olarak işleyen tepkisiyle ülkeden çekip
gitti. Böylece ABD, İngiltere, BAE ve Suudi Arabistan tarafından desteklenmekte olan
Değişim Cephesi kısa süre içinde çöktü.
Geçtiğimiz hafta Yeni Şafak’ın Düşünce Günlüğünde Mehmet Nedim Aslan’ın uzunca
yazısında Sudan’da bu zamana kadar yaşanan krizin perde arkası bütün detaylarıyla çok güzel
aktarılmış.
Neticede Sudan’da Körfez ülkelerinin ve ABD-İsrail ve İngiltere’nin kurmak istedikleri
oyunların birinci, ikinci ve üçüncü perdelerinin başarısızlıkla sonuçlandığını söyleyebiliriz.
Hem Sudan halkı, hem de Sudan’ın mevcut siyasi eliti dış güçlerin Sudan üzerindeki
oyunlarına karşı bağımsız hareket etme fırsatlarını daha fazla değerlendirmenin, Sudan için
daha iyi olacağı noktasına gelmiş bulunuyorlar. Geçtiğimiz Ocak ayında Sudan’ın BM
temsilcisi açıkça BAE’yi Sudan’daki istikrarsızlığın sebebi olan Hemetti’yi silahla ve parayla
desteklemekle suçlamış ve uyarmıştı.
Ancak bunu anladıkları anda Sudan’ın üzerine başka bir çorap örülmeye, yönetemedikleri
ülkeyi istikrarsızlığa, yönetilemez hale getirmeye yönelen planı devreye sokmaya başladılar.
Daha önce devşirmiş oldukları ve neredeyse Sudan’ın fiili başkanı muamelesi yaparak
kışkırttıkları Hızlı Destek Kuvvetlerinin (HDK) başındaki Hemetti geçtiğimiz yıl bu vakitlerde
isyan bayrağını kaldırarak başkent yönetimindeki Cancevid kabileleriyle Darfur, Başkent
Hartum, Bondurman gibi bölgeleri ele geçirdi.
“Ele geçirdi” dediğimiz aslında bu güçlerin girdikleri her yeri yakıp yıkarak, yağmalayarak
istila etmesi diye anlayın. Yoksa Hemetti’nin ülkeyi yönetmek gibi bir istidadı veya niyeti de
yok. Zaten emrindeki savaşçılara vaat ettiği tek şey istila edilen bölgelerde ele geçirecekleri
ganimetlerden başkası değil. Sudan’ı bir bütün olarak görüp, onu geliştirecek, halkına geçim
ve güvenlik sağlayacak ne bir planı ne bir niyeti -
ÖZGÜR BAYRAM SOYLU - Siz Hiç “ayben”e Para Gönderdiniz Mi?
Türkiye ekonomisinde masada bu aralar yok yok. Geleneksel Türk mutfağı kadar zengin,
modern Türk Mutfağı kadar minimalist. Her türlü sunum ve tarza açık, acısı ve tatlısı bir arada,
inovasyon ve değişimi peşinden koşturan bir ekonomik gündem. Bir yanda kafe/restoran
boykot meselesi, bir yanda kamuoyunca makam aracına indirgenen kamuda tasarruf, bir
yanda IBAN’a gönderilen harcama tutarları. Ve bu üçünü güzel bir manipülatif paket ile
adrese teslim eden sosyal medya tellalları. Merkez Bankası’nın seçim öncesi yapmış olduğu
faiz fırtınası yerini bu haftalık sessizliğe bırakmış gibi duruyor neyse ki.
KALKINMA YOLU
Tüm bu manipülatif ve popüler gündemden daha değerli Basra Körfezi’ndeki Büyük Fav Limanı
ile Türkiye’nin güney sınırı arasında bir tren yolu hattı kurulmasını içeren 1200 kilometrelik
Kalkınma Yolu Projesi. Irak ve Türkiye arasında ticaret koridoru oluşturmayı hedefleyen
önemli bir altyapı girişimi. Körfez üzerinden deniz yoluyla Basra'ya ulaşacak, ardından
karayolu ve demiryolu bağlantılarıyla Türkiye'ye ve Avrupa'ya kadar uzanacak geniş kapsamlı bir
ulaşım ağı. Kalkınma Yolu Projesi bölgesel ve küresel ticaretin, lojistik verimliliğin
artırılmasına ve ekonomik kalkınmanın teşvik edilmesine yönelik önemli bir potansiyel
taşıyor. Ama biz her zamanki gibi bazı çevrelerce popüler gündemlerle böylesine değerli bir
projenin perdelenmeye çalışıldığına şahitlik ediyoruz.
IBAN MI AYBEN Mİ
Dijital medya platformlarından birinde yayınlanan “Gibi” dizisinde geçen replikti aslında “sen
IBAN’a Ayben mi diyorsun”. Bugün geldiğimiz noktada pek çok işletmenin vergiden kaçınmak
amacıyla kartlı ya da nakit işlem yerine tüketiciye para transferi yaptırma fikrinin
yaygınlaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Terminolojik olarak adına ister vergiden kaçınma
diyelim ister vergi kaçakçılığı adil rekabeti bozucu bir davranışı sahneliyoruz aslında.
Yüksek pos cihazı komisyon oranlarından dertlenen işletmelerin müşterilerini IBAN’a
yönlendirmesi çözülmesi ya da esnekliğe kavuşturulması gereken bir hususa da dikkat
çekiyor. Özellikle küçük işletmeler ve esnaflar için büyük bir mali yük olma potansiyeline sahip
yüksek pos komisyonları işletmelerin kâr marjını da azalttığı için tüketiciye yansıması kaçınılmaz
oluyor. İşletmeler de müşteriye nakit indirimi yerine yaygın hale gelen IBAN’a gönder taktiğine
başvuruyor. Bu noktada toplumsal vergi bilinci ve duyarlılığına ihtiyaç doğuyor. Ancak fiyat
dalgalanmalarının görece yüksek yaşandığı dönemlerde vergi duyarlılığı ya da bilincinden
ziyade hem işletmelerde hem tüketicide kâr ve fayda maksimizasyonu duygusu daha ağır
basıyor.
Yoğun bir şekilde vergi denetimleri, yasal yaptırımların uygulanması ve vergiden kaçmayı
teşvik eden unsurların ortadan kaldırılmasına yönelik düzenleme beklentileri piyasada
adil rekabetin sağlanması açısından önem taşıyor. Ancak sürecin adil ve şeffaf bir şekilde
yürütülmesi, doğru bilgiye dayalı kararlar alınması, hukuki -
NEDRET ERSANEL - Irak: Kurtların Sessizliği…
Bir, Bağdat’da yaşananlar ve Irak’ın kuzeyinde yaşanacaklar, yeni
küresel jeopolitiğin Türkiye’ye sunduğu riskler ve fırsatlar
manzumesinde ilk hayata geçecek öge gibi duruyor…
İki, yıllar içinde uzun uzun anlatıldığında intibak edemeyen görsel
akıllar, belki kontrastlar üzerinden anlayabilirler; Cumhurbaşkanı
Bağdat’ta artık eskisi gibi olmayacak Ortadoğu’nun imzalarını
atarken, Almanya Cumhurbaşkanı Erdoğan dönene kadar ‘döner
keserek’ bekliyordu…
Üç, On yıllardır ABD/İngiltere/İsrail’in zulmü altında inleyen
bölgenin, milyonlarca vatandaşını kaybetmiş, hâlâ da bölünme
tehlikesi yaşayan ülkesi Irak’ta çıkış ışıklarından biri yanarken,
‘kandiller’ sönüyor…
Dört, En dikkat çekici olan-ki, ‘fırsatlar ve riskler’ derken, Irak’ta
fırsatı değerlendiriyoruz değil, fırsatı iyi yönetmeye soyunuyoruz, aksi
halde riskler bekliyor anlamındadır-‘onların sessizliğidir’! ABD,
İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail hatta Rusya’nın sessizliğini şu
aşamada “kabullenme” sayabiliriz ama “sindirme” değildir!
Beş, Irak maalesef, hâlâ ABD’nin, işgal demeyelim, etkisi altında bir
ülkedir. “Koalisyon artık gitsin” diyen Bağdat, diğer üyeleri
gönderebilmiş ama Amerikan varlığının çözümünü yine zamana
bırakmıştır…
Altı, Keza ülkede Tahran’ın nüfuzundan bahsederken de dolgunluğu,
eti-butu konusunda eksiksiz tarifimiz, “haa, demek öyle” diyeceğimiz
idrakimiz yok…
Yedi, son iki maddeyi saymamızın nedeni, dördüncü maddedeki
sessizliği kulak kabartarak, göz kırpmadan takip gerektiğinin
ikazıdır!.. -
MUSTAFA KUTLU - Evvelbahar
Sarı saçlarını yastığa yaymış küçük kız bir masumiyet timsali olarak uyuyor. Kuşkonmazın minik
yapraklarından süzülen gün ışığı kızın yüzünde, alnında, saçlarında bir anne şefkati ile dolaşıyor.
Çil horoz ötüyor, anaç tavuk civcivlerini gezdiriyor.
Ortancaların, at kestanesinin, zambakların tomurcukları şişmiş, nerdeyse patlayacak.
Kırlangıç yuva yapıyor ve evvelbahar rüzgârı dağlardan aldığı çiğdem kokusunu ovalara yayıyor.
Küçük kız az sonra kirpiklerini kırpıştırarak iri mavi gözlerini açacak.
Havada bir rayiha.
Aa! Saksıdaki karanfil açmış. Mor karanfil o gece yana yana açılmış, odayı kokusu ile doldurmuş.
Küçük kız biraz doğrulup karanfil saksısına bakıyor. Bakıyor ve gülümsüyor. Gülünce yüzünde
gamzeler.
Annesi sabah kahvaltısı için patates kızartıyor. Yağa düşen patateslerin cızırtısı.
Dışarıda arı, sinek, kuş sesi.
Kız yavaşça iniyor yatağından ve pencereye gidiyor. Aşağıda çardak altında ablası. Saçlarını yıkamış
hem güneşte kurutuyor hem tarıyor. Uzun, gür, kestane saçlar. Gün vurdukça par par yanıyor.
Bir ergen kızın saçını taraması. Tararken dalgınlaşması. O dalgın yüzün derin mânası. Avlunun
ardındaki meyve bahçesi tepeye doğru tırmanıyor.
Ağaçların hepsi domur domur. Bademler sabredememiş galiba; pembe pembe açmışlar.
Bahçenin zemini silme papatya, gelincik.
Az sonra bu bahçeye iki kara gözlü kuzu atlar. Oynaya sıçraya koşuşurlar. O beş altı yaşlarındaki
kopul oğlan durur mu? Haydi kuzuların peşine. Düşerek, kalkarak, yuvarlanarak, yanakları kızararak
çiçek tozuna ve çimen kokusuna bulanarak.
Şimdi karı kalkmamış bir dağ köyünün mescidinin dibindeyiz. Cemaatın ihtiyarları güneş alan
duvarın dibine dizilmiş kemiklerini ısıtıyor.
Ovada, pulluğun devirdiği toprak buğulanmakta. Güneşe karşı gerinip kabarmakta. Leylek, saksağan,
tarla kuşu vesaire pulluğu takip ediyor; ansızın kendini dışarıda bulan böcekleri, solucanları topluyor.
Deniz kenarında bir delikanlı. Önünde çay, elinde simit.
O çiriş kokulu kundura atelyelerinden firar edip uzak diyarlara gitmeyi hayal ediyor.
Dersten çıkıp bahçeye inen bayan öğretmen gözlüklerini siliyor. Her yanda ilk mektep öğrencilerinin
cıvıltıları.
Mavi gökte bir beyaz buluta dalıyor. Bulut sanki bahriye subayı olmuş; öyle yürüyor, öyle salınıyor.
Gözlüklü bayan öğretmen bir elini kalbine bastırıyor.
Belediye işçileri akasyaları buduyor. Bir yükselip bir inen motorlu testere sesi.
Pastacının kızı Nilgün, saçlarını at kuyruğu bağlamış, dükkânın önündeki masalara kar gibi örtüler
seriyor. Daha sonra örtüler üzerine birer porselen vazo, vazolara sarı papatyalar.
Evvelbahar işte!
Kayalar çatlar, sular coşar, üstündeki beyaz kefeni yırtan kardelen açar.
Kalpler kanatlanır.
Söğütlere su yürür.
Âlemin pes perdede seyreden âhengi ağır ağır hızlanır; sonra iyice hızlanarak devrana başlar.
Hûûû! -
KADİR ÜSTÜN - Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’
Son günlerde Columbia Üniversitesi’nde yaşananlar, Filistin yanlısı gösterilere
antisemitizm damgası vurma çabalarının yoğunlaştığını gösteriyor. Aylardır Amerika’nın
en prestijli üniversitelerinin kampüslerinde devam eden aktivizme karşı İsrail yanlısı
gruplar antisemitizm yakıştırması yapıyordu. Bu konuda Amerikan Kongresi’ni harekete
geçirmeyi başaran İsrail’e yakın lobi grupları, Harvard ve University of Pennsylvania gibi
üniversite rektörlerinin halka açık oturumlarda sorguya çekilmesinde önemli rol
oynamıştı. Bu oturumlarda her iki tarafa da yaranamayan bir performans gösteren
rektörlere karşı istifa kampanyaları Harvard Rektörü’nün görevden alınmasında olduğu
gibi başarılı da olmuştu. Geçen hafta Kongre’nin karşısına çıkan Columbia Üniversitesi
Rektörü, siyasetçilerin baskısına daha açık bir profil çizerek olayların alevlenmesine
katkıda bulundu.
KAMPÜSLERDE TUTUKLAMALAR
Kampüslerde Yahudi öğrencilere ayrımcılık uygulandığı, antisemitizmin yaygın olduğu ve
öğrencilerin kendilerini güvende hissetmediği gibi tezler sıklıkla dile getirildi. Filistin
yanlısı gösterileri antisemitizmle özdeşleştirme kampanyasının kısmen de olsa başarılı
olduğunu söyleyebiliriz zira geçen hafta Columbia Üniversitesi Rektörü Minouche Shafik
Kongre’de verdiği ifadede Filistin yanlısı hoca ve öğrencilere sert mesajlar vererek
antisemitizm konusunda duyarlı olduğunu ispat etmeye çalıştı. Ancak ifadesinden bir gün
sonra kampüsteki Filistin’le Dayanışma Çadırlarını polis çağırarak kaldırtmaya kalkınca
olaylar büyüdü ve çok sayıda öğrenci gözaltına alındı.
Columbia’daki olaylara destek için benzer eylemler Yale ve Harvard’da da başlayınca
Amerika’nın önde gelen akademik kurumlarında Filistin eylemleri tekrar ana gündem
maddesi haline geldi. Columbia dönem sonuna kadar öğrencilere uzaktan eğitim hakkı
verdi ve güvenlik tedbirlerini artırdı. Mısır asıllı Rektör’ün kampüs içine polis sokarak
onlarca öğrencinin tutuklanmasını sağlaması, ifade hürriyetinin kaleleri sayılan liberal
üniversite kampüslerinde mesele İsrail olunca standartların değişebildiğini tekrar ortaya
koydu. Rektör Shafik Columbia’nın bazı hocalarına karşı başlattığı soruşturmaların
detaylarını Kongre’yle paylaştığı için akademik özgürlük savunucularının zaten
hedefindeydi. Kampüs içindeki çadırları kaldırtmak için polis çağırması da olayların
büyümesine katkı sağladı. -
İsmail Kılıçarslan - Sosyal çürüme yazıları 4 Ahlâkî pozculuk cumhuriyeti
TDK’ya sorduğunuzda size “ahlâk”ın karşılığını şöyle veriyor: “Bir toplum içinde
kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları.”
Son derece eksik de olsa, bu tanım bu yazıda bana bir hareket alanı sağlayacak.
“Eksik” dedim çünkü ahlâkın şartının toplumsallık olmadığı ortadadır. “Hareket alanı
sağlayacak” dedim çünkü bugünkü sosyal çürüme yazımın meselesi temelde toplumsal
ahlâk.
Yeni Türkiye’de karşımıza çıkan üç tür belirgin “toplumsal ahlâk yönelimi”nden söz
edebiliriz. İlki dindar ahlâk, daha doğrusu din temelli ahlâk. İkincisi seküler ahlâk,
daha doğrusu son dört asırda ortaya konulan Batı ahlâkı. Üçüncüsü ise bu iki türün
etkileşimi ile elde edilen “geçişken ahlâk.”
Dindar ahlâktan başlayayım. Dinin, toplumsal olarak iki temel hedefi vardır: Ahlâk ve
adalet. Ömer Türker hocadan ödünç alarak söyleyeyim. “İbadetlerin ortaya
çıkarmasını beklediğimiz yegâne sonuç ahlâktır.”
Bugün Türkiye’de rahatlıkla bu sonucun ortaya çıktığını söyleyebileceğimiz bir zemin
yok elimizde. Türkiye dindarlığının uzun süredir bir çeşit “din işleri ayrı, dünya işleri
ayrı” laikliği ürettiğini görmemek için kör olmak gerekiyor. Ve evet, dindarlığı
hayatının tam merkezine yerleştirmiş insanlar için de bu böyle. Çünkü temel yanlışlık
“dini değil dindarlığı” merkez almakta. Bugün Türkiye’de sıkışıp kalan din dili ve
artık hepimize baygınlık geçirtmek üzere olan “ehlisünnetin kaleleri-Kur’an
Müslümanları” tartışmalarının da temel sebebi bu.
“Türkiye’de dindarlık ortaya bir çıktı olarak ahlâk koyamıyor da seküler ahlâk çok mu
iyi?” diye sorarsanız orada da cevabım çok net: Al birini vur ötekine.
Seküler ahlâkı bir türlü “sistematik bir ahlâk” haline getiremeyen ana etken sayısal
alanda kalması gereken meşhur görecelilik kuramının toplumsal alana yerleştirilmesi.
İnsan adedince ahlâk anlayışının olması, seküler ahlâkı bir toplumsal ahlâk haline
dönüştüremiyor. Üstelik seküler ahlâk çok belirsiz, hatta aşırı tanımsız bir kavramı
“vicdan”ı imdada çağırdığı için bir türlü “normatif” hale gelemiyor. Toplumsallığın
içinde var olurken değişmek için uzun sürelere ihtiyaç duyan ahlâk, görecelilik ve
vicdan yanılsamayla birlikte “günlük değişim”e gebe hale geliyor. Bu da Türkiye’de
seküler ahlâkın ne vaz’ ettiğinin anlaşılmamasına, ahlâk konusunda devasa bir
kakofoniye yol açıyor. Çünkü ahlâkın temel ilkesi “olaylara göre değil, ilkelere göre
davranmak”tır malum.