500 episodes

Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.

Yeni Şafak Yazarlar Yeni Şafak

    • News

Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.

    YUSUF KAPLAN - Kültürel inkâr'dan kültürel intihar'a…

    YUSUF KAPLAN - Kültürel inkâr'dan kültürel intihar'a…

    Çok tehlikeli bir süreçten geçiyoruz… Ülkenin çocukları İslâm'ı terkediyor hızla.
    Dünyanın çocukları, Gazze'deki destansı direnişten ötürü İslâm'a hayran kalarak İslâm'a
    yönelirken, Harvard'ın, Chicago'nun, Colombia Üniversitesi'nin çocukları İslâm'a yönelirken,
    bin yıl İslâm'ın bayraktarlığını yapan, dünyaya adaletin, merhametin ve bir arada yaşamanın
    ne demek olduğunu öğreten aziz bir medeniyetin çocukları, bu toprakların çocukları İslâm'ı
    terk ediyor hızla ürpertici bir şekilde… 
    ÇAĞI DA, KENDİSİNİ DE TANIYAMAYAN, MANKURTLAŞAN BİR TOPLUM 
    Bir toplumu ayakta tutan, geleceğe umutla bakmasını sağlayan, geleceğini kuran olmazsa
    olmaz dinamikler vardır: Müşterek inançları, değerleri, tarihi, dili, medeniyet tecrübesi,
    aidiyet biçimleri, müşterek hedefleri, hayalleri, idealleri ve gelecek tasavvurları gibi.
    Bunları bir toplumun olmazsa olmaz, vazgeçilmez asgarî müşterekleri olarak tarif ediyoruz.
    “Din”, dil, kültür, tarih ve ortak gelecek tasavvuru ve ideali yok olmaya başlayan toplumlar,
    kendilerini de, içinde yaşadıkları çağı da anlayabilecek, analiz edebilecek, kritik edebilecek,
    yüzleşebilecek gerekli entelektüel donanımdan da, özgüvenden de yoksun olacakları için
    zamanla birbirlerine düşmekten, boşluğa sürüklenmekten ve kaçınılmaz olarak yok olmaktan,
    tarihten sürülmekten kurtulamazlar. 
     BEN VE “ÖTEKİ”: İSLÂM VE BATI 
    Türkiye'de sekülerizmin ne olduğu, nasıl doğduğu, dünyayı nereye sürüklediği ve
    Türkiye'deki algılanışı, tezahürleri, uygulanışı konusunda en çok yazan yazarlardan biriyim.
    Yeni Şafak 1994 yılında yayın hayatına atıldığı günden bu yana Londra'dan, yerinden,
    sekülerizmin her bakımdan en güçlü ve ilginç uygulamasının yapıldığı bir yerden bizzat
    yaşayarak, görerek, soluyarak yazdığım yazılar dâhil, yazı ve fikir hayatımın yoğunlaştığı iki
    temel ekseninden biri genelde çağdaş dünya ve felsefî temellerinin arkeoloji / kazı ve
    jeneoloji / soykütüğü çalışması yapılarak görünür görünmez bütün yönleriyle anlaşılması,
    özelde ise çağdaş dünyanın en başta gelen kurucu temelini oluşturan sekülerizm sorunu'ydu.
    İkinci eksen ise, İslâm dünyasının hâl-i pür melâli ve buraya nasıl geldiği, bu çıkmaz sokağa,
    tarihte yaşadığımız bu ikinci büyük medeniyet krizinin eşiğine nasıl sürüklendiği ve bu
    krizden nasıl çıkabileceği meselesiydi.
    Özlü bir ifadeyle, çağ ve kendi'miz meselesiydi üzerinde derinlemesine kafa yorduğum iki
    temel varoluşsal meselem.
     İSLÂM'LA DA BATI'YLA İLİŞKİMİZ SIĞ, SAHTE VE YÜZEYSEL

    • 6 min
    YASİN AKTAY - Aşırı sağın yükselişi Avrupa Birliği’nin sonunu mu getiriyor?

    YASİN AKTAY - Aşırı sağın yükselişi Avrupa Birliği’nin sonunu mu getiriyor?

    İçinde bulunduğumuz dünya her geçen gün ivmesi artan bir kaotik duruma doğru hızla
    ilerliyor gibi. Uzun yıllar dünyanın kaos ve kriz bölgeleri Ortadoğu’ya mahsus gibiydi. Rusya-
    Ukrayna Savaşı şimdiye kadar bütün sorunları dışarıda karşılayan ve birbirleriyle
    savaştığında bile savaş sahası olarak Ortadoğu’yu seçen Batı Dünyası için unutmaya yüz
    tutmuş olduğu savaş gerçeğini tekrar evinin içinde hissetmesini sağladı. Rusya’nın bu savaş
    dolayısıyla aradığı ittifaklar içinde zaten bir tehdit olarak algılanmakta olan Çin ve şimdi
    Kuzey Kore ile yaptığı ittifaklar Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren büyük bir itinayla
    kurmakta olduğu Birlik içinde güç, güvenlik ve refah dünyasının ciddi bir tehdit algılamasına
    yol açmış durumda.
    AB’ne yönelik ciddi hoşnutsuzluklar oluyordu zaten üye ülkelerin her birinde. Her ekonomik
    krizin, yaşanan her sorunun faili olarak ilk olağan şüpheli AB süreci olarak işaretleniyordu
    hemen. Aşırı sağ partiler bu amaçla yaşanan her krizi bir fırsata çevirmekten hiç geri
    durmuyorlardı. Ancak bu tehdidin bütün Avrupa’da bu ölçekte paylaşılan bir algıya
    dönüşmesi sözkonusu olmuyordu. Çünkü bir yandan da Birlik sürecinin Avrupa halklarına
    sunduğu ekonomik avantajlar, sorumluluğu AB sürecine yüklenen olumsuzluklardan çok
    daha fazla hissediliyordu.
    Ancak COVID 19 salgınıyla başlayan ve Rusya-Ukrayna savaşının sonuçlarıyla devam eden
    ekonomik kriz beklenebileceği gibi iktidarlara yönelik ciddi hoşnutsuzluklar oluşturmaya
    başladı. Üstüne bir de İsrail’in Gazze halkına yönelik soykırımcı savaşında hükümetlerin
    İsrail’i destekleyen tutumlarına karşı gelişen protestolar da eklenince Avrupa Parlamentosu
    Seçimlerinde aşırı sağ oylarda bir patlama yaşanması büyük bir sürpriz olmamıştır.
    6-9 Haziran’da AB üyesi 27 ülkede 720 sandalyeyi Avrupa Parlamentosu’nun yeni üyelerini
    belirlemek için gerçekleşen seçimlerde ilk dikkate değer şey yüzde katılımın yüzde 48
    seviyesinde kalması, yani önceki seçimde yüzde 54,5 olarak kaydedilen katılıma nazaran
    yüzde 6,5’lik bir azalmayla gerçekleşmiş olması.
    Bu katılım düzeyi elbette aşırı sağın yükselişinin tamamını karşılayabilecek bir rakam değil,
    ama muhtemelen iktidardaki sol veya merkez sağ partilere yönelik hoşnutsuzlukların başka
    türlü bir ifade biçimi olarak görülebilir. Neticede sandığa gitmeyenlerin oyları da sayılıyor ve
    bir etkide bulunuyor bu sistemde.
    Bütün Avrupa’da bir büyük dalga olarak yaşanan aşırı sağın bu yükselişine karşı ilk cevap
    Fransa'dan geldi. Fransa Cumhurbaşkanı, Ulusal Meclisi feshederek önümüzdeki ay
    yaşanacak bir erken genel seçimin önünü açmış oldu. Bu adımları başka ülkelerdeki adımların
    da izlemesi kaçınılmaz gibi. Ama Sarkozy’nin aldığı bu kararla bir bakıma aşırı sağın
    yükselişine karşı bir güven tazeleme fırsatı bulup belki bu dalgayı tersine çevirebileceği
    yönünde bir beklentisi olduğu da söylenebilir. Ancak bu tür meydan okumaların tam tersi
    sonucu doğurmaları, hele yükselen sağın bütün Avrupa’da yakalamış olduğu bu rüzgâra karşı
    kazanma şansı neredeyse yok gibi.
    İkinci bir husus yine iktidardaki

    • 6 min
    TURGAY YERLİKAYA - CHP ve bitmeyen değişim tartışması

    TURGAY YERLİKAYA - CHP ve bitmeyen değişim tartışması

    14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ardından ortaya çıkan tablo, özellikle Millet ittifakını
    oluşturan bileşenler açısından ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Seçimlerin
    öncesinde bir masa etrafında konsolide olan partilerin hedeflerini
    gerçekleştirememiş olması bir muhasebeyi de beraberinde getirdi. Özellikle
    ittifakın kurucu unsuru olan CHP’de bu muhasebe bir kurultay süreci ve
    sonrasında genel başkanlığın değişimi ile sonuçlandı. Söz konusu değişimin
    sadece aktörel düzeyde kaldığı ve CHP’nin siyaset yapma biçiminde ya da
    ideolojik kodlarında bir değişim olmadığı da sıklıkla vurgulandı.
    31 Mart seçimlerindeki sonuçlarla birlikte CHP’nin en önemli
    tartışmalarından birisi yine değişim üzerine. Değişim kelimesinin sadece
    literal boyutta kalmaması adına politik bir yenilenmenin de hedeflendiği
    partiyi önemli meydan okumalar beklemektedir. Nitekim seçim sonrasında
    siyasette yumuşama ya da normalleşme tartışmalarının bir tarafı olan CHP
    içerisinden veya CHP’ye politik olarak yakınlık hisseden bazı kesimlerde partinin
    müzakere ettiği AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan mücadele edilmesi gereken
    bir aktör olarak görülmektedir.
    Müzakere mi Mücadele mi?

    • 5 min
    SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN - İyimserler ve kötümserler

    SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN - İyimserler ve kötümserler

    Bir kaç zamandır zihnimde bir soru dolaşıyor. Târihçiler kategorik olarak veyâ
    kâhir ekseriyetiyle kötümser midir? Eğer öyleyse ve târih, beylik bir târif icâbı
    geçmişin bilgilerini oluşturan bir entelektüel faaliyet ise , târihçiyi
    kötümserliğini geçmişin bilgisi üzerinden devşiren birisi olarak görmek
    yadırgatıcı sayılmamalıdır.
    Evvelâ, târihi geçmiş ile sınırlandırmayı kabûl etmediğimi ortaya
    koymalıyım. Kuşlar için aerodinamik, balıklar için hidrodinamik ne kadar
    kuşatıcı ise, insan için de târihin aşağı yukarı aynı karşılığa sâhip
    olduğunu düşünürüm. Bu da herşeyin nihâyetinde târihsel olduğunu kavratan
    bir bakış sağlar. Hâsılı târih düzçizgisel bakışın öngördüğünün aksine
    geçmiş, bugün ve kısmen ve öngörebildiğimiz kadarıyla geleceği
    topyekûn içerir. Ona , statik ve dinamik bir birikim olarak bakmanın daha
    tutarlı olduğunu düşünürüm. O hâlde târih hiçbir şekilde geçmişe ircâ
    edilemez. Târihçiliklerin geçmişin pratik ve tecrübelerini merkeze koyması,
    onların günceldeki karşılığını bulmak; ezcümle, kırılma ve devamlılıkların
    kavranmasını sağlamak adına yapılıyorsa mânâlı olur. (Bunun tersi; yâni
    güncelden geçmişe gitmek de pekâlâ mümkündür). Daha özlü olarak ifâde
    edecek olursak, geçmişin bilgisi günceli ve kısmen de geleceği aydınlatmak
    içindir.

    • 5 min
    SELÇUK TÜRKYILMAZ - İsrail bumerang gibi bir şeydir

    SELÇUK TÜRKYILMAZ - İsrail bumerang gibi bir şeydir

    Hollanda’da milliyetçi düşüncenin temsilcilerinden Geert Wilders’i İsrail
    Cumhurbaşkanı Herzog ile el sıkışırken gösteren fotoğraf çoğunluğun malumudur. 7 Ekim
    öncesi bu fotoğraf çoğu kimseye şaşırtıcı gelebilirdi. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında
    biçimlenen algıya göre Avrupa’da milliyetçi hareketlerin Yahudilerle bir sorunu vardı ve bu
    sorun İsrail’in kurulmasını zorunlu hâle getirmişti. Almanlar ve diğer Avrupalı milliyetçilerin
    Yahudilere yönelik faaliyetleri mağduriyete yol açmış ve bu çerçevede küresel bir tasarım
    ortaya çıkmıştı. Bu küresel tasarım Siyonizm ve İsrail’di. Bu bakımdan Geert Wilders ile
    Herzog’un samimi pozları şaşırtıcıydı.
    AB Parlamentosu seçimlerinden sonra milliyetçi partiler yükselişe geçtiğinde İsrail
    Başbakanı Netanyahu’nun da Herzog gibi sevincini gizleyemediği anlaşıldı. Garip ve
    anlaşılmaz bir durumdu. Ortaya çıkan tuhaflığın izaha muhtaç olduğu çok açıktı. Çünkü İkinci
    Dünya Savaşı’ndan sonra Anglosaksonların en önemli propaganda merkezi olan Hollywood,
    başta Alman milliyetçileri olmak üzere Avrupa merkezli Yahudi karşıtlarının yol açtığı
    mağduriyetleri bütün dünyaya anlatan onlarca filmi gösterime sokmuştu. Ama şimdi İsrail’i
    yöneten Siyonistler yükselişe geçen milliyetçilerle teşrik-i mesai içinde olmak için can
    atıyordu.
    İsrailli Siyonistlerin Avrupa’da milliyetçilere oldukça yakın durmasını yine Avrupa’da
    yükselişe geçen yabancı ve Müslüman düşmanlığı ortak paydası ile izah edenler olabilir.
    Buradan hareketle Siyonistlerin ve Avrupa’da farklı milliyetçiliklerin ortak paydada
    buluşmalarında şaşkınlığa sebep olacak bir durum olmadığı söylenebilir. Hatta çoğu yerde
    yabancı düşmanlığının Siyonist propaganda mekanizması tarafından yönlendirildiği de iddia
    edilebilir. Kuşkusuz bu yanlış bir düşünce de değil. Zira farklı milliyetçiliklerin ABD
    politikalarına uygunluğu dahi konuşulmaktadır. Ukrayna gibi Doğu-Batı hattının iki önemli
    savaş alanında Rusya düşmanlığının Avrupa milliyetçilikleri ile uyum içinde olması
    Anglosaksonlara çok değerli bir manevra kabiliyeti kazandırmaktadır. Fakat burada göz ardı
    edilen bir hakikati ortaya koymak gerekiyor. Zira diğer hususlar Siyonistlerin Avrupa’da
    yükselişe geçen milliyetçi hareketlere sempati duymalarını tam olarak açıklamıyor.

    • 4 min
    GÖKHAN ÖZCAN - İkna ile iman olur mu?

    GÖKHAN ÖZCAN - İkna ile iman olur mu?

    İnanmak ve inanmamak insan varoluşunun en temel meselesi… Sanıldığı
    gibi temelde akılla mantıkla ilgili bir konu da değil. Daha çok kalple
    ilgili… Ve kalpten bağımsız olmayan türden bir akılla ilgili… İnanma
    halinin, birilerinin kendi düz ve yine kendi sınırlarıyla sınırlı mantıkları
    üzerinden ilerleyerek varabilecekleri bir netice olmadığını bilmek
    gerekiyor. Dolayısıyla mantık tokuşturarak inançla ilgili ikilemi çözmenin
    bir imkanı olmadığını da kabullenmek icap ediyor. Böyle bir tartışma,
    münazara ya da mükaleme bir tarafın diğer tarafı inanmaya ya da
    inanmamaya ikna etmesi sonucunu doğursa bile bu aslında yanıltıcı bir
    görüntüden öte bir şey olmaz. Çünkü inanç, adı üstünde inanmakla olur.
    Her zaman görünür bir mantığı bulunmaz. Külli hakikat içinde anlamlı
    olan pek çok şeyin bizim sınırları olan mantığımız içinde bir karşılığı
    yoktur. Beş duyuyla, cari sebep sonuç açıklamalarıyla mantıksal bir izah
    getiremeyeceğimiz pek çok şey, inanç temelinde anlamlıdır ve o külli
    hakikatin bir parçasıdır.
    İman hidayetle ilgili bir meseledir; Hâdî olan, yani hidayet veren Allah
    Teâlâ’dır. Dilediğine hidayet veren odur. Bizler arayanlarız, yönelenler,
    düşünenleriz; bu gayretimizde halis olabilmeyi umarız. Buna karşılık
    varsa eğer imanımız, onu bize bağışlayan Rabbimizdir. Kitab-ı Mübin’de
    imanın bizim gayret ve samimiyetimiz neticesinde bize ‘lütfedildiği’
    kaidesi vardır, diğer her şey gibi… Yani iman aslında bir lütuftur. Gayret
    vardır ama bunun yine de imana varan bir neticesi olmayabilir. Hikmetini
    bilemeyiz, bundan sual de edemeyiz. İman ederken, her şeyin hakikatinin
    ne olduğunu, nasıl ve nice olduğunu, olanın içinde ne hikmet olduğunu
    her zaman bilemeyeceğimizi de kabul ederiz. Çünkü Allah ilmin mutlak
    sahibidir, her şeyin hakikatini, hakikatin eksiksiz halini ancak O bilir. O

    • 4 min

Top Podcasts In News

The Morning Brief
The Economic Times
Global News Podcast
BBC World Service
Daybreak
The Ken
3 Things
Express Audio
ANI Podcast with Smita Prakash
Asian News International (ANI)
ThePrint
ThePrint

You Might Also Like