4 min

Sungur Savran: 1989 Bahar Eylemleri işçi sınıfına ne öğretiyor‪?‬ Gerçek gazetesi

    • Politics

Bahar kendini erkenden hissettirdi bu yıl. Çiçekler çabucak açtı, güneş ışınlarını cömertçe saldı, hava ısındı. Oysa 31 Mart’tan sonra ekonomi politikasında yaşanacak sertleşme, yüksek faiz politikası, bütçenin kısılması, enflasyonun işçinin emekçinin aleyhine önlemlerle kontrol altına alınması girişimi, geniş kitlelere işsizlik, özellikle sağlık, eğitim, belediye hizmetleri gibi alanlarda kaynak yokluğu, işsizler ordusunun sınıf içinde yaratacağı rekabet dolayısıyla ücretleri daha da düşürmesi gibi bugünkünden daha da zorlu koşullar getirecek. Ama kimse “Bahar benim neyime?” demesin.

Bundan tam 35 yıl önce, henüz deve tellal iken, Genelkurmay Başkanı Kenen Evren cumhurbaşkanlığını işgal atında tutar iken, “Çankaya’nın şişmanı, işçilerin düşmanı” kapitalizmin fedaisi Turgut Özal başbakan iken, kısacası 12 Eylül dönemi devam eder iken işçi sınıfı Mart ayında bir ayağa kalktı, ta Mayıs sonuna kadar oturmadı. Hastalık gerekçesiyle toplu olarak viziteye çıkmaktan çıplak ayakla yürüyüş yapmaya, yemek boykotundan geçinemediği için eşinden ayrılma gösterilerine, sakal bırakmaktan İstanbul’un sokaklarını işçinin işgaline almaya ve düpedüz grev hareketlerine kadar sayısız yönteme başvuran toplu sözleşme görüşmelerindeki 600 bin kamu işçisi, onları örnek olarak sokağa çıkanlarla bir milyon işçi daha, Özal hükümetine kök söktürdü.

Ne dedik? 12 Eylül askerî diktatörlüğü ilk yıllarına kıyasla biraz daha mesafeli yöntemlerle de olsa devam ediyordu. Bu diktatörlük herhangi bir amaçla kurulmamıştı. Amacı çok açıktı: 1960-1980 arası dönemde işçi sınıfı hareketinde yaşanan büyük yükseliş, toplumun diğer sömürülen ve ezilen sınıf ve gruplarını da kendi peşine takarak burjuva düzeni için büyük bir tehdit oluşturduğu için 12 Eylül askerî rejimi işçi sınıfının ekonomik (sendikalar) ve siyasi (partiler ve diğer örgütler) kurumlarını ezmeye, sınıfı sindirmeye ve haklarını, kazanımlarını ve mevzilerini elinden almaya gelmişti. Böyle bir rejime karşı işçi sınıfı henüz Evren’in başta olduğu bir anda ayağa kalkıyor, hakları için mücadele ediyordu. Üstelik üç aylık mücadeleciliğinin ödülü olarak görülmemiş derecede yüksek bir ücret artışı sağlayacaktı: Kamu işverenleri başlangıçta yüzde 40 zam önerdiği halde sonunda yüzde 140’lık bir zammı kabule mecbur kalacaktı!

Bu tabloya bir nokta daha eklemek gerekiyor. 1989 Bahar Eylemleri, 12 Eylül’ün işkence yaptığı, uzun tutuklamalarla hapiste tuttuğu, idam cezasıyla yargıladığı sınıf mücadeleci sendikacıların dışındaki, özellikle 12 Eylül’ün hükümetine Çalışma Bakanı vermiş Türk-İş’in bürokratlarının, önderliği bir yana bırakın, en ufak bir desteği olmaksızın, neredeyse bütünüyle kendiliğinden bir hareket olarak yaşanıyordu. İşçiler bunun o kadar farkında idi ki, o dönemde yapılan birçok sendika şube ve genel merkez kongresinde baştaki kadrolar devrilecek, hareketin başına pratikteki ataklıkları sayesinde geçen kadrolar seçimleri kazanacaktı. Buradan bir başka ders daha çıktığının altı çizilmeli. İşçi sınıfı sadece birlik halinde mücadeleye giriştiğinde çok güçlü bir sınıf değildir. Aynı zamanda, kendi içinden çıkardığı mücadele öncüleriyle kendiliğinden, hiçbir önderliğe ihtiyaç duymadan harekete geçebilen bir sınıftır.

Ama görüyoruz ki işçi sınıfı askerin süngüsü karşısında boynunu eğmemiş. Londra Borsası’nın dayatmalarına da sessiz kalmayabilir. Mehmet Şimşek Londra Borsası’nın temsilcisi olarak İMF’siz İMF programı başlatıyor. Bakalım el mi yaman çıkacak bey mi?

Bahar kendini erkenden hissettirdi bu yıl. Çiçekler çabucak açtı, güneş ışınlarını cömertçe saldı, hava ısındı. Oysa 31 Mart’tan sonra ekonomi politikasında yaşanacak sertleşme, yüksek faiz politikası, bütçenin kısılması, enflasyonun işçinin emekçinin aleyhine önlemlerle kontrol altına alınması girişimi, geniş kitlelere işsizlik, özellikle sağlık, eğitim, belediye hizmetleri gibi alanlarda kaynak yokluğu, işsizler ordusunun sınıf içinde yaratacağı rekabet dolayısıyla ücretleri daha da düşürmesi gibi bugünkünden daha da zorlu koşullar getirecek. Ama kimse “Bahar benim neyime?” demesin.

Bundan tam 35 yıl önce, henüz deve tellal iken, Genelkurmay Başkanı Kenen Evren cumhurbaşkanlığını işgal atında tutar iken, “Çankaya’nın şişmanı, işçilerin düşmanı” kapitalizmin fedaisi Turgut Özal başbakan iken, kısacası 12 Eylül dönemi devam eder iken işçi sınıfı Mart ayında bir ayağa kalktı, ta Mayıs sonuna kadar oturmadı. Hastalık gerekçesiyle toplu olarak viziteye çıkmaktan çıplak ayakla yürüyüş yapmaya, yemek boykotundan geçinemediği için eşinden ayrılma gösterilerine, sakal bırakmaktan İstanbul’un sokaklarını işçinin işgaline almaya ve düpedüz grev hareketlerine kadar sayısız yönteme başvuran toplu sözleşme görüşmelerindeki 600 bin kamu işçisi, onları örnek olarak sokağa çıkanlarla bir milyon işçi daha, Özal hükümetine kök söktürdü.

Ne dedik? 12 Eylül askerî diktatörlüğü ilk yıllarına kıyasla biraz daha mesafeli yöntemlerle de olsa devam ediyordu. Bu diktatörlük herhangi bir amaçla kurulmamıştı. Amacı çok açıktı: 1960-1980 arası dönemde işçi sınıfı hareketinde yaşanan büyük yükseliş, toplumun diğer sömürülen ve ezilen sınıf ve gruplarını da kendi peşine takarak burjuva düzeni için büyük bir tehdit oluşturduğu için 12 Eylül askerî rejimi işçi sınıfının ekonomik (sendikalar) ve siyasi (partiler ve diğer örgütler) kurumlarını ezmeye, sınıfı sindirmeye ve haklarını, kazanımlarını ve mevzilerini elinden almaya gelmişti. Böyle bir rejime karşı işçi sınıfı henüz Evren’in başta olduğu bir anda ayağa kalkıyor, hakları için mücadele ediyordu. Üstelik üç aylık mücadeleciliğinin ödülü olarak görülmemiş derecede yüksek bir ücret artışı sağlayacaktı: Kamu işverenleri başlangıçta yüzde 40 zam önerdiği halde sonunda yüzde 140’lık bir zammı kabule mecbur kalacaktı!

Bu tabloya bir nokta daha eklemek gerekiyor. 1989 Bahar Eylemleri, 12 Eylül’ün işkence yaptığı, uzun tutuklamalarla hapiste tuttuğu, idam cezasıyla yargıladığı sınıf mücadeleci sendikacıların dışındaki, özellikle 12 Eylül’ün hükümetine Çalışma Bakanı vermiş Türk-İş’in bürokratlarının, önderliği bir yana bırakın, en ufak bir desteği olmaksızın, neredeyse bütünüyle kendiliğinden bir hareket olarak yaşanıyordu. İşçiler bunun o kadar farkında idi ki, o dönemde yapılan birçok sendika şube ve genel merkez kongresinde baştaki kadrolar devrilecek, hareketin başına pratikteki ataklıkları sayesinde geçen kadrolar seçimleri kazanacaktı. Buradan bir başka ders daha çıktığının altı çizilmeli. İşçi sınıfı sadece birlik halinde mücadeleye giriştiğinde çok güçlü bir sınıf değildir. Aynı zamanda, kendi içinden çıkardığı mücadele öncüleriyle kendiliğinden, hiçbir önderliğe ihtiyaç duymadan harekete geçebilen bir sınıftır.

Ama görüyoruz ki işçi sınıfı askerin süngüsü karşısında boynunu eğmemiş. Londra Borsası’nın dayatmalarına da sessiz kalmayabilir. Mehmet Şimşek Londra Borsası’nın temsilcisi olarak İMF’siz İMF programı başlatıyor. Bakalım el mi yaman çıkacak bey mi?

4 min