Yeni Şafak Yazarlar Yeni Şafak
-
- News
Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.
-
Yusuf Dinç - Refah devleti ve anti-kapitalist Türkiye ideali
Alışık olduğumuzun dışında gelişmeye başladı her şey. Aslında bugünün dünyasında hiçbir
şeye alışık olmadığımız da doğrudur. Riyakâr kapitalizm aramızda dolaşıyor. Çıplak olsa
tanıyacağız.
Hanedana alışık değildik, sürdürdük. Demokrasiye de alışık değiliz, onu da sürdürüyoruz.
Refah devletine de alışık değildik, onu da sürdürüyoruz.
Avrupa’da siyaset değişirken, her geçen gün daha fazla gündemimize gelecek refah devleti
olgusunu tartışmak istiyorum. Konuyu anlaşılır kılmak için yer yer herkesin hakim olduğu
konular üzerinden somutlaştırma gayretinde olacağımı da şimdiden söyleyeyim.
Refah devleti, bireyselleştirilmiş toplumlarda bireyin kopartılan bağlarıyla uğratıldığı
yalnızlığı ikâme ettiği olgudur. Aile, arkadaş-akraba, toplum dayanışmasının yerine konur.
Finansmanı maliyetlidir ve zengin kaynaklar yahut sömürgeleri olmaksızın sürdürülemez.
Herkesi kuşatırmış gibi yaparken devleti, menfaat birlikteliğinin kaldıracı (aygıt) yapar. Devlet
yüce ideallerin muştusu değil, yağma iştahına servis sağlayıcıların egemenlik sahasına
dönüşür.
Bu son cümleye tam manasını vermekte zorlandığımı itiraf etmeliyim. Ama şunu eklersem
belki somutlaşır; Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı, Türkiye için yüzyıllık idealler
yeşertirken yerleşen refah devleti düşüncesinin EYT saldırısı altında kalmıştır. Yani İttifak, o
anda muhalefet eliyle refah devletinin ikilemi içine düşürülmüştür. Böyle bir liderlik ve ittifak
kurgusu, refah devletinin sonu hüsranla bitecek kendisini yağmalatma amacına hizmet etmek
için kurulamaz. Böyle bir kurgudan ancak Ergenekon’dan çıkış ayarında bir destan beklenir.
Mesela deprem yaralarını sarması beklenir. Çünkü devlet, şişman değil, büyük olmalıdır ve
toplumun gücünün yetmeyeceği durumda sahneye çıkmalıdır. Toplumun kendi çözebileceği
meselelerde vakarını yıkmamalı, sınırı aşmamalıdır.
1923’te muştulanan refah devletidir, denecekse buna itiraz ederim. -
Tamer Korkmaz - Birleşik riyakârların resmigeçidi...
“Bu yıl Kurban Bayramı, dünya çapında çok sayıda Müslüman için zor dönemde yaşanıyor.
Binlerce çocuk dâhil, çok fazla masum insan öldürüldü…
Acıları çok büyük…
Savaşı bitirmek için, elimizden geleni yapıyoruz…”
***
Yüzsüzlüğün daniskası bu sözler…
-Joe Biden denilen Siyonist mendebura ait!
***
Soykırımcı Adolf Netanyahu’nun suç ortağından söz ediyoruz…
On binlerce masumun kanları, onun da ellerinde!
***
Siyonist işgalcilere silah yağdırdı, hala daha yağdırıyor.
Üstüne bir de zerre utanmadan, büyük bir pişkinlikle…
-Savaşı bitirmek için ellerinden geleni yaptıklarını, söyleyebiliyor!
***
Dokuz ayı aşkın süredir devam eden soykırıma bütün hücreleriyle destek veren Haydut
Devlet’in Baş Düzenbazı…
Daha fazla masumun, sivilin kanları dökülsün diye elinden geleni yaptı; halen daha yapıyor!
***
Sahtekârlık, madrabazlık, riyakârlık…
Yüzsüzlük, yalancılık, ahlaksızlık…
ABD’nin “Pedofil Başkanı” Biden’ın karakteridir!
YİNE DONDU
Ayaklı Mumya Joe’nun bunaklığı iyice ilerledi…
Ayakta dikilirken birden donup olduğu yerde kalıveriyor.
***
Bu kez katıldığı bir etkinlikte, pat yine donuverdi…
İki dönem yardımcılığını yaptığı Eski Başkan Barack Obama’nın müdahalesiyle gezegenimize
döndürüldü!
Pardon: Kolundan tutularak, sahneden indirildi.
HEM SUÇLU, HEM GÜÇLÜ
Amerikan Dışişleri Bakanı Antony Blinken, ateşkes görüşmelerinin çıkmaza girmesinden
dolayı Hamas’ı suçluyor!
ABD ve İsrail Soykırım İkilisi…
-Hamas’ı ateşkesin önünde engel olan tarafmış gibi göstermek için büyük gayret sarf ediyor.
***
Önerdikleri ateşkes anlaşması, Hamas için tuzaklar içeriyor.
ABD-İsrail Birleşik Terör Devletleri, Hamas’a “Tuzağa düşmüyor” diye bozuk çalıyorlar!
***
Hamas, ateşkes teklifini kabul etmek için…
“Kalıcı bir ateşkes ve İsrail güçlerinin Gazze şeridinden çekilmesi” hususlarında garanti
istiyor.
***
Ezcümle…
-Siyonist olmakla övünen Blinken ile Biden çözümün değil, sorunun parçasıdır!
BATILI DEĞERLER
Yanki’lerin Cumhuriyetçi Senatörü Lindsey Graham, geçenlerde İsrail’e çağrı yaptı.
“Gazze Şeridi’ni nükleer silahla yerle bir edin!” dedi.
Yani, “Gazze’deki soykırımı nükleer silahla taçlandırın” demeye getirdi!
***
Bunların “Batılı Değerler” dedikleri malum ilkeleri kazdığınız vakit, altından soykırım,
katliam, kan, yıkım çıkıyor.
UKRAYNA SEVGİSİ NEREDEN?
Lindsey Graham -ABD’nin Rusya’ya karşı desteklediği Ukrayna için- bakınız ne diyor:
“Ukrayna’da 10-12 trilyon dolarlık kritik maden var. Avrupa’nın en zengin ülkesi olabilirler…
O parayı, Rusya’ya ve Çin’e versinler istemiyorum!
Ukrayna’ya yardım edersek, hayalini kurduğumuz en iyi iş ortağı olabilirler.
Ukrayna’daki 10-12 trilyonluk maden varlığı, Batı tarafından kullanılabilir.”
***
Riyakâr Yanki’lerin, “Er Zelenski’yi Kurtarmak” filmini çevirmelerinin “asıl nedeni” neymiş,
görüyorsunuz!
***
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline sekizde sekiz karşı çıkarlarken… -
Ömer Lekesiz - Devlet binasında milletin hak arayışı
Malatya’da, ilgili bilgilerin ve delillerin varlığına rağmen, Cumhuriyet’in ilk yıllarında
ortadan kaldırılmış bir mezarlığın içine ya da yanına veya bir namazgâhın yerine
yapılıp yapılmadığı henüz kesin olarak bilinmeyen, ancak inşasında İslam yazısı
bulunan mezar taşlarının kullanıldığı kesin olarak bilinen, ilk yapılışında Türk Ocağı
şubesi, ardından Cumhuriyet Halk Fırkası İdare Binası ve Halkevi, lise binası, Milli
Eğitim Merkezi, Atatürk Evi Müzesi ve son adıyla Atatürk Anı Evi ve Etnografya
Müzesi adlarıyla kullanılan binanın hikâyesi şöyle devam ediyor:
Bu binanın yapımında İslam yazısını taşıyan mezar taşlarının, kitabelerin
kullanıldığını bildikleri halde CHP idaresinin zulmünden, baskısından korktukları için
bunu açıkça söyleyemeyenlerin unutmalarının yine unutulmayla sıvandığı bir
zamanda, on bir ilimizi birden vuran 6 Şubat depremi meydana geldiğinde, yukarıda
zikrettiğimiz gerçek, binanın kısmi hasarında sıvalarının dökülmesiyle birlikte gün
yüzüne çıkıveriyor.
Bunun üzerine Malatya eşrafından Dr. Mehmet Reşat Önal, 15.02.2024 tarihinde
Malatya Vâliliği, Malatya İl Kültür Müdürlüğü'ne hitaben, “1269-1272 (1853-1856)
seneleri arasında cereyân eden Kırım Harbi'nde orduda hekim olarak vazîfe aldıktan
sonra, Malatya'ya yerleşen ve 1273 (1857) senesinde vefât eden uzman hekim
Haşîm dedemiz, müntesîbi olduğu -bugün Tekke Câmisi olarak bilinen- Kazmalı
Baba Tekkesi civârında defnedilmişti. Oğlu Hâşim dedemiz de -Sivas Caddesi
üzerinde- tekkeye takrîben 200 metre mesâfedeki evimizde hayâtını sürdürmüş ve
1344 (1930) senesinde vefât etmişti. Merhûm Hâşim dedemin oğlu olan Hâşim
dedemin vefâtından birkaç sene evvel Kazmalı Baba Mezarlığı dağıtılmış ve
üzerinde, 12 Eylül idaresinin Atatürk Evi adını verdiği, o zamanki adıyla Türk Ocağı
binası dikilmiş, dedemin mezar taşı dâhil buradaki mezar taşları bu binanın inşasında
kullanılmış, burada defnedilmiş kimselerin mezarlarının nakline dahi izin
verilmemişti.” bilgilerini de ihtiva eden ve dolayısıyla bizim henüz meşkuk olarak ifade
ettiğimiz hususta tam bir tavzih işlevi yüklenen bir yazı yazarak, annesinin şahitlik
etmeye hazır olduğunu da bildirip, temel kazıları esnasında bir çok insan kemiğinin
ortaya çıkmasından hareketle, kendi dedelerinin ve başkalarının kemiklerinin
defnedildikleri yerlerden çıkarılıp ailelerine teslimini, yeniden definlerine imkan
sağlanmasını, merhum dedesinin kabir taşının da kendilerine verilmesini talep
etmiş.
Önal’ın bu talebinin açık ifadesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak, devlet
binasında ortaya çıkan yeni bir durumdan doğan hakkını dile getirmesinden başka bir
şey değildir. -
Mehmet Şeker - G7 zirvesinde Nasreddin Hoca rüzgârı
G7 zirvesi yaşandı bitti ama yankıları devam ediyor. Sağlam kaynaklardan aldığımız bilgileri aktaralım.
Nasreddin Hoca’yı G7 zirvesine davet etmişler. Hoca toplantıya giderken yanında bir bakraç yoğurt bir
de kepçe götürmüş.
Görenler yoğurtla ne yapacağını sormuş Hoca’ya.
“Göle maya çalacak değilim; bunlarda maya tutacak göl de yok, deniz de. Birer kepçe yoğurt ikram
edeyim, yesinler de akıllansınlar” demiş.
*
Zirveye davet edilen baş papaz Nasreddin Hoca’dan önce kürsüye çıkmış.
“Yapay zekâ” hakkında konuşmuş.
Bizim Hoca, G7’deki liderlere şöyle seslenmiş:
“Bir kenara bırakın şimdi yapay zekâyı. Gerçek zekâya, gerçek akla ve gerçek vicdana bakın. Orada
(Filistin’i kast ederek) on binlerce çocuk, on binlerce bebek can veriyor.”
Ayrıca “G ile 7 arasına niye bir D eklemediniz?” diye sormuş. Demokratikin D’si.
*
Toplantıda bulunan herkes takdir etmiş Hoca’yı. Alkışlamışlar. Yalnızca bir iki tanesi başka tarafa
dönmüş. Hoca onları umursamamış tabii. Sözünü şöyle tamamlamış:
“Aklınızı başınıza alın. Yoksa kepçeyi başınıza yersiniz.”
*
Allı pullu davetiye gönderip Hoca’yı toplantıya davet eden İtalyan Başbakanı Meloni, iki kolunu açıp
bizim Hoca’ya sarılacak olmuş.
“Destur kızım” demiş Hocamız, “Sen beni Makron mu sandın? Ne Makron’um, ne seninle akranım. İlle
sarılacak birini arıyorsan, git İngiltere Başbakanına sarıl.”
*
Güvenilir kaynaklardan aldığımız habere göre Nasreddin Hoca, G7 zirvesinde havasını atmış, toplantıya
rengini katmış. Çok renkli bir kişi olduğu için, toplantı salonu kırk renge bürünmüş, ışıl ışıl olmuş.
Dönerken de kalaylı bakır bakracı Meloni’ye hediye bırakmış. Evde yoğurt yapması için. “Çoluk
çocuğuna market yoğurdu yedirme” diyerek veda etmiş.
BMGK VAR, BMGK’DAN İÇERİ
Biri Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, diğeri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi.
Yıllardan bu yana bazen birinde, bazen ikisinde birden müsamereler sergilenir.
İsrail hakkında alınan kararlar buna örnektir. Elbette daima İsrail aleyhindedir bu kararlar.
BM’de İsrail hakkında alınan 200’den fazla kararın hiçbirine uymayan İsrail, dünya ile eğleniyor.
En son Baydın tarafından hazırlanan ateşkes oylandı.
İsrail temsilcisinin orada söylediği sözler ibretlikti. Kendi yaptıklarını Filistinliler üzerine yıktı.
Doğrusunun ne olduğunu anlamak için her cümlenin öznesini değiştirmek yeterli.
ABD’nin ateşkes teklifi hakkında “İsrail’in kabul ettiği” şeklinde düpedüz bir yalan ifade kullanması ise
müsamerenin en çarpıcı yanıydı.
Dönüp dolaşıp geldiğimiz yer şurası: “Dünya beşten büyüktür.”
IRKÇI İSRAİL YÖNETİCİLERİNİN DÜNYAYA BAKIŞI -
Mehmet Metiner - AK Parti-MHP ittifakının önemi Öneriler…
Kanaatim o ki AK Parti-MHP ittifakının önemi hâlâ anlaşılabilmiş değil.
Bunu muarızlar açısından söylemiyorum. Asıl her iki parti için söylüyorum. AK Parti ve MHP içinden
birilerinin bu ittifakın önemini hâlâ anlamamış olmaları, üzerinde durulması gereken bir sorundur
gayrı.
Sorun sadece bilge lider Bahçeli’nin haklı olarak eleştirdiği AK Parti’nin içindeki “gayrı
memnunlar”dan kaynaklanmıyor. Bahçeli’nin 15 Temmuz’dan bu yana Erdoğan liderliğinin arkasında
şartsız ve gönülden duran siyasal tavrının MHP’yi kendisi olmaktan çıkartıp küçülttüğüne inanan
MHP’nin içindeki “gayrı memnunlar”dan da kaynaklanıyor elbet.
MHP içinde böyle bir damarın olmadığını söylemek ne kadar hilaf-ı hakikat ise, AK Parti içinde
herkesin MHP ile ittifaktan memnun olduğunu söylemek de bir o kadar hilaf-ı hakikattir.
O yüzden sorunu teşrih masasına yatırıp anlamanın da çözmenin de vakti geldi.
BEN NERDE Mİ DURUYORUM?
15 Temmuz’dan itibaren AK Parti içinde MHP ile ittifakı ilk savunanlardan biriyim ben.
Benim için 15 Temmuz bir milattır.
O nedenle AK Parti-MHP ittifakını bir iman ve gönül ittifakı olarak nitelendirip sahiplendim.
Hâlâ aynı yerde duruyorum.
İttifakı en başta bu anlayış temelinde savunurken şunun da altını önemle çizdim: AK Parti MHP
değildir, MHP AK Parti değildir. MHP AK Parti’ye, AK Parti MHP’ye dönüşürse bu ittifak anlamını ve
önemini yitirir.
Bunu niye dediğimi anlamayanlar da çıkmadı değil. Onlar ittifakın anlamını da anlamayanlardandı
çünkü.
O yüzden evvela ittifakın anlamını anlamak gerekir. Gerisi kolay.
ERDOĞAN-BAHÇELİ LİDERLİĞİ
İttifakın anlamından önce iki liderliğe vurgu şart: Erdoğan liderliği-Bahçeli liderliği.
Erdoğan liderliği AK Parti’den daha büyük bir anlama sahip. Başka bir deyişle, Erdoğan liderliği,
sadece parti sınırlarını değil ulusal sınırları da aşan daha kuşatıcı bir liderlik. Erdoğan liderliğini AK
Parti liderliğine hapsetmek isteyenler Erdoğan’ı siyaseten küçültmüş olurlar.
Bahçeli liderliği de dar parti kalıplarını aşan bilge bir liderlik. MHP Genel Başkanlığı ile Bahçeli liderliği
15 Temmuz’dan sonra anlamlı bir yeni zemine oturdu. Ülkenin bekası ve milletin birliği
mücadelesinde Erdoğan liderliğinin arkasında durmayı her türlü siyasi çıkar ve pazarlık konusunun
dışında tutan Bahçeli liderliğinin anlamı MHP’yi aşan bir sevgi halesine dönüştü. Artık Bahçeli sadece
MHP’ye oy verenlerin sevdiği bir lider değil, aynı zamanda Erdoğan’a gönül verenlerin de sevdiği bir
lidere dönüştü. Bu bağlamda Cumhur İttifakı denilen ittifakı Erdoğan liderliğinde tek ittifaka
dönüştüren bilge lider olarak gönüllere yerleşti. -
İsmail Kılıçarslan - Sosyal çürüme yazıları 10: Çıplaklığı özgürlük zannedenler cumhuriyeti
Çok sert bir başlık attığımı düşünebilirsiniz bugünkü yazıma. Fakat Türkiye’nin politik
kamularından biri haline gelen sosyal medyada bu “giyinme-örtünme” ve benzeri meselelerin
tartışılma hızına ve dozuna bakarsak başlığa “hafif kaldı” bile denilebilir.
Zannedilenin aksine Türkiye’de “giyinme ve sınırları” bahsi muhafazakârlar ile sekülerler
arasında ilerleyen “tek katmanlı” bir tartışma zemini değil. Kadın hakları-erkek hakları, kadın
kimliği-erkek kimliği, feminizm, bastırılmış erkek olgusu gibi pek çok bağlamı ve katmanı
var. Diğer yandan tartışma muhafazakârlarla sekülerler, sekülerlerle sekülerler ve
muhafazakârlarla muhafazakârlar arasında da süregidiyor.
Şöyle: “Giyinme ve sınırları” meselesi bir toplumsal derin dalga tartışması olarak olanca
ağırlığı, sertliği ve şenliği ile devam ediyor. Ve ben bunu oldukça dikkate değer buluyorum.
Meseleyi biraz geriden almakta fayda var.
“Giyinme ve sınırları” tartışması yüzyıllar içerisinde sürekli “hâkim kültür ve moda
endüstrisi” lehine sonuçlanan bir seyir göstermiş. Kadınlar her seferinde “istediğimi giyerim”
demiş ve her seferinde kazanmışlar bu mücadeleyi. Dünyadaki seyrine paralel olarak
Türkiye’de de böyle olmuş bu süreç.
Bu söylediğime bir dünya itiraz yükselecektir elbette ama şöyle düşünüyorum ben. Moda ve
kültür endüstrisi, kadına sürekli “kendini hem karşı cinse hem hemcinslerine beğendir,
herkesle kıyasıya bir rekabet halinde ol ve bir arzu nesnesi haline gel” demiş. Gelinen noktada
bir kadının en önemli harcama kalemleri giyim-kuşam, makyaj malzemesi ve estetik
harcamalar durumunda. “Bunu devasa bir kârlılığa çeviren kimdir?” sorusu ise cevaplanması
elzem bir soru.
Konuyu girift hale getiren şey ise bence şu. Bugün kadınlar “istediklerini giyme” işini çok
temel bir özgürlük alanı olarak tanımlıyorlar ve kendilerince çok da haklılar. “Kimin ne
giyeceğine, kimin hangi kıyafetle dolaşacağına kişinin kendisinden başka hiç kimse karar
veremez” diyorlar. Bu cümlelerinde de haklılar. Tabii kadın-erkek ayırmadan söyleyelim,
kimin ne giyeceğine devasa bir tüketim mekanizmasının karar verdiği gerçeği hepimizin
özenle pas geçtiği bir gerçek olarak orta yerde. Ama dedim ya, o gerçeği pas geçmek çok
kolay.