4 мин.

İSMAİL KILIÇARSLAN - İnsanlığın Tek Yahya’s‪ı‬ Yeni Şafak Yazarlar

    • Новости

Bir kitap sayfasındaki o siyah beyaz fotoğraftaki kadını gördüğümde bir isim vermek
istedim ona. Biri diğerinden küçük gözleri, arasına aklar karışmış dalgalı saçları,
hafifçe dışrak dişleri, kemikli kuru elleri, puntolu basma eteği ve nasıl kaybettiğini az
çok tahmin ettiğim olmayan bacağıyla bu yaşlıca kadının adı “Fatıma” olsun dedim
kendi kendime.
Elli beş kesindi, hatta belki altmış. Burada, Gazze’nin eş-Şati mülteci kampında
yaşıyor olmanın gereği neyse o sinmişti yüzüne. Korkaklık barındırmayan bir acı,
tereddütsüz bir cesaret ve biteviye bir “hayatta olma vakarı.”
Fotoğraf 1988 yılında çekilmiş. Ben Fatıma’yı elli beş yaşında kabul ettiğime göre
Nekbe’de yani 1948’deki büyük sürgünde 15 yaşında bir kızmış. “Ben de amcamın
oğlu Ali’yi seviyorum” dizesini elbette daha yazmamıştı Sezai Karakoç ama nedense
Fatıma’nın ilk aşkının ismini Ali diye bellettim zihnime. “Nedense” demem lafın
gelişi. Adın Fatıma ise seni bir Ali bulacak elbet.
Nekbe’de ayrı düşmüşlerdir Ali ile. Evlerinin anahtarlarını “döneceğiz elbet” diyerek
sıkı sıkıya göğsüne bastıran anası, ne olup bittiğini anlayamayan erkek kardeşi ve
dokunsalar ağlayacak gibi duran babasıyla Fatıma, Yafa’dan Gazze’ye yürümüş, Ali
ise ailesiyle Nablus’taki akrabalarının yanına göçmüştür.
İçindeki Ali yarası ile on dokuzunda gelin olmuştur Fatıma. Gazzeli bir balıkçıyla
evlendirmişlerdir onu.
Altı Gün savaşlarında, bir bombardımanda kaybetmiştir bacaklarından birini Fatıma.
Yine de ayakta kalmayı başarmaya çabalamış, dik durmaktan başkasını
yakıştıramamıştır kendine. Koltuk değneğine değil, tek bacakla yürümeye alışmıştır bu
yüzden.
Üç oğlu üç de kızı olmuştur Fatıma’nın. Kocası hastalıktan ölmüş, büyük oğlunu
Siyonistler şehit etmiş, bir küçüğünü de yoktan yere hapse atmışlardır. Kızlar da gelin
olup birer birer yuvadan uçunca Fatıma, burada, eş-Şati’de, en küçük evladı Yahya ile
bir başına kalmıştır hayatın tam ucunda.
27 Ocak 1988’dir günlerden. Keith Dannemiller, Şifa Hastanesi’nde Siyonistlerin
sebepsiz yere cezalandırarak hastanelik ettiği Filistinlilerin fotoğraflarını çekmiş, “bir
de oraya gideyim” diyerek eş-Şati kampına gelmiştir. Sahil kenarındaki bu kampa
ayak basar basmaz da Fatıma’yı görmüştür. İsrailli askerlere “oğlumu alamazsınız, onu
size vermem” diye diklenen; acısı, cesareti ve vakarıyla Gazze denizinin dibinde bin
yıllık bir anıt gibi duran Fatıma’yı.
“Götürürseniz oğlum geriye dönmeyecek, onu da almanıza izin vermem” diye
bağırıyordu belki de fotoğraf çekildiği anda. Yahut “bunu da alın bunu da. Nasıl olsa

şu arkamda duran küçücük çocuk sizin dünyanızı cehenneme çevirecek günü
geldiğinde” diye haykırıyordu.

Bir kitap sayfasındaki o siyah beyaz fotoğraftaki kadını gördüğümde bir isim vermek
istedim ona. Biri diğerinden küçük gözleri, arasına aklar karışmış dalgalı saçları,
hafifçe dışrak dişleri, kemikli kuru elleri, puntolu basma eteği ve nasıl kaybettiğini az
çok tahmin ettiğim olmayan bacağıyla bu yaşlıca kadının adı “Fatıma” olsun dedim
kendi kendime.
Elli beş kesindi, hatta belki altmış. Burada, Gazze’nin eş-Şati mülteci kampında
yaşıyor olmanın gereği neyse o sinmişti yüzüne. Korkaklık barındırmayan bir acı,
tereddütsüz bir cesaret ve biteviye bir “hayatta olma vakarı.”
Fotoğraf 1988 yılında çekilmiş. Ben Fatıma’yı elli beş yaşında kabul ettiğime göre
Nekbe’de yani 1948’deki büyük sürgünde 15 yaşında bir kızmış. “Ben de amcamın
oğlu Ali’yi seviyorum” dizesini elbette daha yazmamıştı Sezai Karakoç ama nedense
Fatıma’nın ilk aşkının ismini Ali diye bellettim zihnime. “Nedense” demem lafın
gelişi. Adın Fatıma ise seni bir Ali bulacak elbet.
Nekbe’de ayrı düşmüşlerdir Ali ile. Evlerinin anahtarlarını “döneceğiz elbet” diyerek
sıkı sıkıya göğsüne bastıran anası, ne olup bittiğini anlayamayan erkek kardeşi ve
dokunsalar ağlayacak gibi duran babasıyla Fatıma, Yafa’dan Gazze’ye yürümüş, Ali
ise ailesiyle Nablus’taki akrabalarının yanına göçmüştür.
İçindeki Ali yarası ile on dokuzunda gelin olmuştur Fatıma. Gazzeli bir balıkçıyla
evlendirmişlerdir onu.
Altı Gün savaşlarında, bir bombardımanda kaybetmiştir bacaklarından birini Fatıma.
Yine de ayakta kalmayı başarmaya çabalamış, dik durmaktan başkasını
yakıştıramamıştır kendine. Koltuk değneğine değil, tek bacakla yürümeye alışmıştır bu
yüzden.
Üç oğlu üç de kızı olmuştur Fatıma’nın. Kocası hastalıktan ölmüş, büyük oğlunu
Siyonistler şehit etmiş, bir küçüğünü de yoktan yere hapse atmışlardır. Kızlar da gelin
olup birer birer yuvadan uçunca Fatıma, burada, eş-Şati’de, en küçük evladı Yahya ile
bir başına kalmıştır hayatın tam ucunda.
27 Ocak 1988’dir günlerden. Keith Dannemiller, Şifa Hastanesi’nde Siyonistlerin
sebepsiz yere cezalandırarak hastanelik ettiği Filistinlilerin fotoğraflarını çekmiş, “bir
de oraya gideyim” diyerek eş-Şati kampına gelmiştir. Sahil kenarındaki bu kampa
ayak basar basmaz da Fatıma’yı görmüştür. İsrailli askerlere “oğlumu alamazsınız, onu
size vermem” diye diklenen; acısı, cesareti ve vakarıyla Gazze denizinin dibinde bin
yıllık bir anıt gibi duran Fatıma’yı.
“Götürürseniz oğlum geriye dönmeyecek, onu da almanıza izin vermem” diye
bağırıyordu belki de fotoğraf çekildiği anda. Yahut “bunu da alın bunu da. Nasıl olsa

şu arkamda duran küçücük çocuk sizin dünyanızı cehenneme çevirecek günü
geldiğinde” diye haykırıyordu.

4 мин.

Топ подкастов в категории «Новости»

Эхо Москвы
Feed Master by Umputun
Что случилось
Медуза / Meduza
Живой Гвоздь
Живой Гвоздь
Новости со Стасом
Стас Васильев
Global News Podcast
BBC World Service
Minaev Live
Sergey Minaev