Yeni Şafak Yazarlar Yeni Şafak
-
- Noticias
Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.
-
Süleyman Seyfi Öğün - Çözülen Avrupa
Siyâset aslında çok harâretli bir sâhadır. Siyâset, Tanrı Apollon ile temsil
edilen ve her nev’i kurumsallaşmayı karşılayan merkezî düzen fikri ile Tanrı
Dionisos ile temsil edilen ; her nev’i itirâzî, rafızî (merkezkaç) isyankâr
eğilimleri eş anlı olarak ihtivâ eder. İlki ölçülülüğü esas alan akla, diğeri ise
taşkın duygusallıklara tekâbül eder. Siyâseti ,içinde bu iki zıt kutup
arasındaki gerilimleri yansıtan saf, kendinde bir bir olgu olmaktan çıkarıp bir
sanât hâline getirmek Dionisosçu harâreti düşürmekle alâkalıdır. Kadim
dünyâlarda bu san’atın zirvesine devlet ; bilhassa imperium ile ulaştığını
düşünürüm. Devamlılığı olan siyâset Tanrı Apollon’a mâl edilen düzen fikrinin
diğeri bastırmasını ifâde eder.
19.Asır Avrupa’sı siyâsetin bu iki dinamiğinin derinden çatıştığı bir zaman
dilimdir. Bu asrı devrimler ve karşı devrimler şekillendirdi. Destânî (epik) ve
duygusal-dokunaklı (patetik) tansiyonlar çok yüksek seyrediyordu. II.Umûmî
Harp bu vasatı ortadan kaldırdı. Batı, bilhassa Avrupa , devamlılık iddiasındaki
siyâsal sistemleri vücûda getirdi. Son derecede soğutulmuş sistemlerdi
bunlar. Bir defâ aşırı unsurlar sistem dışına itilmiş, sistem içi yarışan ılımlı
partilere kalmıştı. II.Umûmî Harp esnâsında insanlığa ağır bedeller ödetmiş
olan aşırı sağ, yâni koyu jingoiizm, şovenizm ve ırkçılık güden partiler
yasaklanmış, tasfiye edilmişti. Buna mukâbil solda I.Enternasyonale bağlı
devrimci komünist partiler yer yer sisteme dâhil edilmişti. Ama ipler, bu
partilerin devrim dâvetlerini boşa çıkaran Bernsteincı II.Enternasyonalin
yeniden bölüşümcü sosyalist ve sosyal demokrat partilerinin elindeydi.
Bir zamanların çok kuvvetli bir toplumsal desteğe sâhip olan komünist
partilerin radikal fikirlerinin artık hükmü kalmamıştı. Onlar, “zincirlerinden
başka kaybedecek bir şeyi olmayan “ kitlelere hitap ediyorlardı. Hâlbuki
devir değişiyor, demokratik yeniden bölüşüm kanallarının açılmasıyla orta
sınıflaşan ; yâni “kaybedecek şeyleri olan” -
Turgay Yerlikaya - Entelektüel muhitler ve yerel yönetimler: Şadırvanlı han örneği
Bir medeniyetin teşekkül ve gelişme aşamasındaki en önemli unsurlardan birisi entelektüel
alana yönelik ilgidir. Bizim, alt yapı, mimari, sanat ve ekonomide göstergesel düzeyde
gözlemlediğimiz bütün gelişmelerin temelinde bir entelektüel akıl söz konusudur. O
nedenledir ki medeniyet üretme iddiasında olan devlet ve imparatorluklar entelektüel
alanı desteklemiş ve ilgili alanın gelişimi için de entelektüelleri himaye etmişlerdir. Bu
doğrultuda sadece devlet ve siyaset düzeyinde değil, sivil inisiyatiflerin desteğiyle de önemli
entelektüel akımlar söz konusu olmuş ve hatta bu yöntemle hayata geçirilen muhitlerin etkisi
de daha uzun erimli olmuştur.
Örneğin Rönesans ve 17. yüzyıl bilim devriminin inşası Medici ailesinin himaye ettiği isimler
üzerinden mümkün olmuş ve himaye edilen kişiler sadece Avrupa değil dünya ölçeğinde de
önemli işlere imza atmışlardır. Bilim ve sanattaki bu himaye, bir medeniyetin yeni oluşan güç
dengelerindeki yerinin belirlenmesinde de oldukça etkili olmuştur. Bu açıdan sivil bir yolla
inşa edilen ve himaye edilen entelektüellerin medeniyet inşası ve hegemonyasında ne denli
etkili olduğu görülmektedir. Bugün Batı’da çok yoğun biçimde gözlemlenebilecek olan vakıf
destekleri de akademik çalışmaların üretiminde doğrudan rol oynamaktadır. Ulrich Beck’in
“Risk Toplumu” eserini yazmasındaki vakıf himayesi düşünüldüğünde, ilgili sistemin
yüzyıllardır işletildiği ve sonuç ürettiğini görebiliriz.
Himaye Sistemi ve Entelektüel Gelenek
Benzer bir eğilim Müslüman toplumlarda da sıklıkla başvurulan bir yöntem. Örneğin modern
dönemde daha fazla keşfedilen ve sosyoloji başta olmak üzere birçok alandaki katkısı ile
konuşulan İbn Haldun’un Mukaddime gibi bir eseri yazması da Banu Selime kabilesinin
himayesi ile mümkün olmuştur. Osmanlı’da da paşalar üzerinden hayata geçirilen,
Tanzimat ve sonrasında birçok isimde görebileceğimiz himaye sistemi, iyi devlet
adamlarının yetişmesine vesile olduğu gibi ilgili bürokrasinin entelektüel anlamda da
gelişimine katkıda bulundu. Örneğin Koca Hüsrev, Mustafa Reşit, Ali Paşa ve Tunuslu
Hayrettin örnekleri benzer bir himayenin ürünü olarak kendi kimliklerini inşa etmişler ve
entelektüel alanın gelişimi için de öncü olmuşlardır. Himaye edilenlerin de başkalarını
himaye etmesi ve bir ölçüde bu geleneği sürdürmeleri, hem devlet hem de kültür hayatımız
açısından oldukça önemli sonuçlar doğurmuştur. -
Selçuk Türkyılmaz - “Avrupa Mucizesi”nden “Avrupa’nın Taşralaştırılması”na
Avrupa’nın İcadı, Avrupa’yı Düşünmek, Avrupa Mucizesi, Batı’nın Oluşumu ve
benzerleri birer kitap başlığıdır. Bunlar Avrupa’nın istisnaîliği fikri üzerine inşa edilmişti. Son
derece başarılı kitaplar olduklarını kabul etmek zorundayız. Benzerleriyle birlikte bu kitaplar
Türkiye’de de uzun bir dönem ciddiyetle okundu. Bunları okuyanların zihninde Avrupa ve
genel olarak Batı’ya dair sarsılmaz düşünceler oluşmuştur. Yazarları, Avrupa hakkında ortak
kabullerden hareket ediyor ve ortaya çıkan fikirler bütün dünyaya kolaylıkla yayılıyordu.
Hâlbuki bugün yeni yeni dillendirildiği gibi “yerel tarihler küresel tasarımlar” hâline
getirilerek Avrupa merkezli bir dünya inşa ediliyordu. Evet, önce Avrupa icat edilmişti. Sonra
bu icadın kuşattığı alan genişlemiş ve küreselleşmişti. Fikirlerin kolaylıkla bütün dünyaya
yayıldığını söylüyoruz fakat bunun çok karmaşık bir sürece dayandığını da kabul etmek
zorundayız. Başarı da bu karmaşıklığın üstesinden gelinmesinde yatıyordu. Sonuç çok
çarpıcıydı, hadiselere emperyal merkezlerden bakmak bir alışkanlık hâlini almıştı. Çoğunluk,
kendi gerçekliğine dahi aynı gözle bakıyor ve böylelikle konuşan kişinin kim olduğunu
anlamak mümkün olmuyordu.
Bir kısmını zikrettiğimiz kitaplarda tartışılan fikirlerin yayılma sahası hayranlık
uyandıracak genişliktedir. Bu da ortaya çıkan küresel tasarıma yönelik eleştirilerin kolay inşa
edilemeyeceği anlamına gelir. Fakat bu küresel tasarımın da “kendi üslubuyla Batı’nın siyasal
ve entelektüel kültürünün tam ortasında bulunduğunu ve ahlaksızlığın ya da adaletsizliğin
değil, Üçüncü Dünya’nın Avrupalı olmayan ve renkli diye adlandırılan halkları üstünde
egemenlik kurmaya yönelik bilimsel ve siyasal bir iradenin ürünleri olduğu” görüldüğünde
yapılması gerekenler bir tercih meselesi olmaktan çıkar. Çünkü Avrupa’nın istisnaîliği üzerine
inşa edilen kitaplar da emperyal doğanın bir parçasıdır. Bunun için Avrupa’dan ve Batı’dan
gelen fikirler karşısında öğrenci psikolojisinden kurtulmak ve bu fikirleri inceleme nesnesine
dönüştürmek gerekir. Böyle bir işin üstesinden gelmenin kolay olmadığı açıktır fakat işaret
edilen fikirlerin emperyal doğasının keşfiyle asıl zorluk ortadan kalkacaktır.
Sorunun sadece “Avrupa” dışında olmadığını gelişmeler göstermektedir. Avrupa
içindeki milliyetçiliklerden bahsedilirken hangi ülkelerin boyun eğdiği ve bağımlılık ilişkisi
içerisinde varlığını sürdürdüğü gibi soruların gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Bu çerçevede
Avrupa Birliği Parlamentosu seçimleriyle içerideki milliyetçiliklerin hareketliliğine mi tanık
oluyoruz yoksa Avrupa’nın içindeki periferileri mi fark ediyoruz? Kuşkusuz İngiltere ve
Amerika Gazze ve Ukrayna’da beklemedikleri bir dirençle karşılaştı ve böylelikle Avrupa
içindeki hareketlenmeler dikkat çekmeye başladı. -
Ömer Lekesiz - Bilge Çocuk dergisi ya da uzaya akan ırmaklar
Sadece çocuklara bahşedilen ve ancak çocukluğun yaşatılmasıyla yaşayabilen üç haslet
var: Sadelik, samimiyet ve hayret!
Sadelik, şeyleri ilk görünüşleriyle ve her nasıl görünebiliyorlarsa o şekliyle görmenin ve
tanımlamanın; samimiyet, şeylerin kendi şeyliklerine herhangi bir aklî ya da duygusal
ekleme yapmaksızın onlarla oldukları şekilde bağ kurmanın; hayret ise her biri ilk keşfe
dayalı her türlü öğrenmenin adıdır.
Bu üçlüden hareketle çocuklar için bir ufuk belirlemek mümkün değildir çünkü çocuklar
için salt bir ufuktan değil ancak ufuk-ötesine uzanabilen bir ufuktan söz edilebilir.
Örneğin bir çocuk ilk kez karşılaştığı denizin, vadinin, ormanın… “çok büyük” olduğunu
söyler. Bu sayıya girebilen çokluk ve büyüklük değildir; çoğun çokluğu ile büyüğün
büyüklüğü en, boy, yükseklik, derinlik, hacim vb. bilinen ve bilinmeyen tüm unsurlarını
içine aldığı halde bunların tamamını aşar. Çünkü sadelik, samimiyet ve hayretin emzirdiği
“çok büyük”, çocuğun sınır kabul etmeyen gönlünden bunlara doğru akan ırmaklarla
kayıtlıdır; çocuğun gönlüne ket vurulamayacağı için ufkuna da ket vurulamaz ve
dolayısıyla onun ufku ufkun ötesine uzanır.
Yaşlarıyla orantılı bilgileri yönünden büyüklerin içinden geldikleri halde dünya ilgilerinin
düzeyine tabi olarak ancak az bir kısmını koruyabildiği bu ufku aşan ufku, birilerinin
kedilerine mesele edinmesi ise özel bir nasip ve haslet olsa gerektir.
Zira hem safiyeti, samimiyeti ve hayretiyle çocukluğu yaşamak hem de hayalleri ve
talepleriyle birlikte bu yaşayışın içinde çocuklarla el ele yürümek sıradan kişilerin ve
ilgilerin harcı olmaz, olamaz.
Bu bağlamda, Albayrak Medya’nın Bilge Çocuk dergisini çıkaran ekibin gayretini ve
Uzayda Hayat temalı kısa hikâye yarışmasını güzel örneklerden biri olarak zikretmek
istiyorum.
“Bilge çocukların dergisi” sloganıyla yedi yaş ve üzerindeki çocuklar için Eylül 2016’da
(Bilge Minik ekiyle birlikte) yayımına başlanan Bilge Çocuk, “Geleceğimizin mimarı
çocuklarımızın zihninde ışığı, dudaklarında tebessümü amaçlayan, gelenekle geleceği, ilim
ile irfanı, dün ile bugünü buluşturan, millî ve manevî değerleri uygun üslupla aktaran bir
çocuk dergisi” olma şiarıyla, şimdi Ketebe Yayınları’nın bünyesinde faaliyetlerini
sürdürüyor. -
Levent Yılmaz - Sanayide yavaşlama belirginleşiyor!
Devam eden sıkılaştırma programının etkilerini farklı alanlarda görmeye başladık.
Açıkçası gecikmeli gelen bu etkilerin kısa zamanda daha belirgin hale gelmeye
başlayacağını da not etmekte fayda var. Zira hem artan finansman maliyetleri hem de
finansmana erişimin zorlaşması gibi konulara dış talep koşullarının olumsuzluğu da
eklenince işler biraz daha zorlaşacak.
Ay başında gördüğümüz İSO İmalat PMI verisi uzun süreden bu yana en düşük
seviyeye işaret ederken son üç aydır devam düşüş ise dikkat çekici. PMI verisi 3
aydan bu yana eşik değer 50’nin altında ve diğer öncü göstergeler yavaşlamanın bir
süre daha devam edeceğini gösteriyor.
Bu bağlamda yakından izlediğimiz bir diğer veri de TÜİK’in açıkladığı Sanayi Üretim
Endeksi. İmalat sanayii Türkiye’nin toplam ihracatının %95’ini oluşturduğu için
sadece üretim ve istihdam açısından değil aynı zamanda dış ticaretimiz açısından da
kritik öneme sahip.
Bu denli kritik öneme sahip Sanayi Üretim Endeksi verisi Nisan ayında yıllık bazda
%0,7’lik ve aylık bazda ise %4,9’luk daralmaya işaret ediyor. Daha önceki bir kaç
köşe yazımda sanayi üretimi verisini aylık bazda değerlendirmek gerektiğini ifade
etmiştim. Bu bakımdan %4,9’luk daralma verinin dikkatle ve yakından takip edilmesi
gereken bir seyre girdiğine işaret ediyor. Zira sanayi üretimi aylık bazda bir süre yatay
seyir izledikten sonra geçen ay da düşüş kaydetmişti.
Öte yandan imalat sanayinde mevsim etkilerinden arındırılmış Kapasite Kullanım
Oranı (KKO), mayıs ayında 0,4 puan azalarak 76,6 seviyesine gerilemiş olduğunu da
hatırlatmakta fayda var. -
Gökhan Özcan - M. Şekûr ile kaldığımız yerden yola devam…
“Geleneğin, tasavvuf âeminin tümüyle tarihe karıştığının, evliyaların,
tarikatların masaldan ibaret sanıldığı bir çağda, çağdaş materyalizmin ve
modern tüketim zihniyetinin doruğunu temsil eden bir toplumda, akıllara
durgunluk veren inanılmaz bir güzelliktir zuhur eden. Gelenek tüm
ihtişamıyla -pirleri, tekkeleri, şeyhleri, dervişleri, zikir meclisleriyle- gelir,
yetişir ve mana âleminden bütünüyle kopmuş modern insana, olanca
kapsayıcılığıyla el koyar. Gelenek, ezelden ebede değişmez cevheriyle,
tüm hakikatiyle burada bizimledir. Burada ve her yerde, her yerde ve her
zamandadır”
Yukarıya iktibas ettiğim satırlar rahmetli Ayşe Şasa’nın, Muhyiddin
Şekûr’un ‘Su Üstüne Yazı Yazmak’ kitabına yazdığı sunuş yazısından.
Bildiğim kadarıyla Ayşe Hanım’ın yaptığı birçok hayırlı iş arasında bu
kitabın Türkçeye çevrilmesini teşvik etmek de vardı. Allah ondan razı
olsun; fakir gibi pek çok susamış kimse de bu çeşmeden kana kana içti de
ferahladı. Muhyiddin Şekûr’un hikmetler ve inceliklerle dolu kişisel
yolculuğunu bir günlük kıvamında anlattığı bu eser ve sonrasında kaleme
aldığı serinin ikinci kitabı ‘Gölgeler Koridoru’ modern zamanların
dağdağası içinde öz istikametini arayan, manevi tutamaklarını yitirmiş pek
çok insana yol gösterdi. Ayşe Hanım’ın da vurguladığı gibi kadim
geleneğin, modern zamanlar içinde kendini nasıl yenilediğini, arayanlar
için aslında ne kadar yakında, hayatın ne kadar içinde olduğunu, nasıl
nefes almaya ve vermeye devam ettiğini Şekûr’un satırlarında bulduk.
Onun ayak izlerine basarak onun manevi yolculuğunun yoldaşı olduk
adeta.
Bu iki kitaba doyamamışlar olarak uzun zamandır serinin üçüncü kitabını,
yani Muhyiddin Şekûr’un iç yolculuğunun sonraki adımlarını bekliyor,
merak ediyorduk. Nihayet kavuştuk, Sufi Kitap geçen ay ‘Mercan
Resiflerinin Ötesi’ni yayınladı. Yayınevindeki dostlar nezaket gösterip
kitabı bendenize de ulaştırdılar, hem de üstadın imzasıyla…
Hemen okumaya başladım tabii ama kıyamadığım için hızlı gitmemeye
özen gösteriyorum. Her zamanki yumuşacık Muhyiddin Şekûr ifadeleri,
içtenlikli bir anlatım… Derin bir maneviyatsızlık ağrısı çekmekte olan
çağa hikmetle bakan dervişçe gözler…