500 episodes

Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.

Yeni Şafak Yazarlar Yeni Şafak

    • News

Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.

    Yusuf Kaplan - İran, emperyalistlerle mi savaşıyor, Müslümanlarla mı?

    Yusuf Kaplan - İran, emperyalistlerle mi savaşıyor, Müslümanlarla mı?

    En baştan söyleyelim açık açık: Tarih boyunca, İran hep Müslümanlarla savaştı: 12., 13.,
    yüzyıllarda doğudan Moğol sürüleri, batıdan Haçlı sürüleri, İslâm âlemini kasıp kavurarak
    kan gölüne çevirince, biz ölüm kalım savaşı verirken İranlılar küffarla değil bizimle
    savaştılar! Salahaddin Eyyûbî ilk iş olarak, El-Ezher'i Sünnîleştirdi, sonra da ta Tunus'a kadar
    Şia'yı kovaladı!
    İnanılır gibi değil ama ürpertici gerçek bu!
    Şimdi de öyle ama bir farkla: Şimdi açıkça küffarla savaştıklarını söylüyorlar ama Müslüman
    kanı akıtıyorlar Suriye’de, Irak'ta, Yemen'de ve bütün Arabistan Yarımadası'nda!
    Daha vahim, daha ikiyüzlü bir durum var şimdi! 
     İRAN BATI'NIN DÜŞMANI İSE, NEDEN YERLEŞTİRİLDİ ARABİSTAN
    YARIMADASI'NA? 
    İran'da sözümona İslâm devrimi oldu, İran bir anda, yarım asırdan da kısa bir süre içinde
    bütün Arabistan Yarımadası'na yerleşti. Stratejik olarak değil, fiilen, işgal ederek…
    Güya İran, Batılıların “haydut devlet” dedikleri, sürekli ötekileştirdikleri bir devlet. Türkiye
    ise Batı ittifakının resmen üyesi, belli başlı küresel Batılı kurumların yükümlülüklerine en
    sadık üyesi üstelik de.
    Hâl böyle olmasına rağmen Türkiye Amerika'nın ve Rusya'nın işgal ettikleri ve yerleştikleri
    Türkiye'nin güneyindeki Irak ve Suriye'ye yerleştirilen ve açıkça Türkiye'yi tehdit eden, belki
    de esas itibariyle Türkiye'yi vurmak için icat edilen başta PKK ve uzantıları olan terör
    örgütlerine askerî operasyon yaparken işgalci emperyalist ülkelerden izinsiz bir adım
    atamazken, Batı ittifakının “haydut devlet” olarak ilan ettiği, bütün dünyaya da Batılıların en
    büyük düşmanlarından biri olarak lanse ettiği İran, bölgede istediği ülkeyi işgal ediyor,
    istediği lideri deviriyor, istediği yere, kanlı askerî operasyon çekiyor, inanılmaz katliamlar
    yapıyor ama İran'ı “düşman” belleyen küresel sistemin emperyalist lordlarının sesi bile
    çıkmıyor!
    İran'ın ABD emperyalist olduğu için ABD düşmanı olduğu iddiası tam bir şehir efsanesidir,
    ayartıcı bir yalandır. İran'ın ABD düşmanlığı, ABD'nin husûmetini üzerine çekerek kendini
    mazlum konumuna düşürmeyi amaçlayan şeytânî bir stratejiden başka bir şey değildir.
    İran, ABD düşmanı filan değildir. ABD de İran düşmanı olmamıştır hiçbir zaman.
    Aksine. ABD, İran'ı hedef göstermiş ve İran'ı mazlum konumuna yükseltmiş, mazlumların
    hâmisi (!) yapmıştır.
    Eğer ABD, İran düşmanı olmuş olsaydı, bütün Arabistan Yarımadası'na adım adım yerleştirir
    miydi İran'ı? Bakın İran bütün Arabistan Yarımadası'nı işgal etti, ABD'nin gözünün içine
    baka baka hem de! İran, Irak'a yerleşti, Suriye’ye yerleşti,

    • 4 min
    Yusuf Dinç - Ne demek bu yapısal reform ve liyakat

    Yusuf Dinç - Ne demek bu yapısal reform ve liyakat

    En basit haliyle, en azından bugünkü deneyim özelinde, ekonomide denge bozulduğunda bir kural
    bütünlüğü içinde para politikasıyla göstergeleri manipüle ederek dengeyi yeniden kurmaya ortodoksi
    diyoruz.
    Fakat genellikle dengeyi bozan faktörler çokludur. Üstelik para politikasıyla sahici bir denge kurulması
    mümkün olmaz. Bu nedenle ortodoksiyi savunanlar, bir noktadan sonra “para politikası yetmez
    yapısal reform da gerekir,” demek durumundadır. Çünkü doğası arz yönlü olan iktisadın dengesini,
    talep yönlü regüle etmenin imkânsız olduğunu bilirler.
    Ya da çünkü; enflasyonun ancak çıktı miktarı artırılarak, yani arz artırılarak, düşürülebileceğini
    gizleyemezler.
    İşte yapısal reformu bu yüzden yorumlarına ek yapmak durumundadırlar. Nedir yapısal reform diye
    sorunca da kavramın içine bir kamyon meseleyi yükleyip aslında reform dedikleri şeyin çözümü 10
    yıllar alacak çok boyutlu konular olduğunu söylerler. Bir anlamda “örtük” olarak para politikasının
    getirebildiği çözümle yetinilmesi gerektiğini söylerler, yani.
    Kısaca ortodoks bakış açısının temsilcilerinin samimiyetine dair oluşan şüphecilik, sürekli yapılagelen
    özde değil, sözde yapısal reformculuk tartışmasını da gerekçelendirir.
    Yapısal reform denilen olgu, arzın artırılması ve arzın daha fazla artırılması için ortamın kurulması,
    iyileştirilmesi veya elverişlileştirilmesini ifade eder.
    Fakat arzın artırılması, reel kesimi merkeze alan bir durumken finansal kesimi merkeze alan
    ortodoksinin söylemine böyle dolaylı da olsa eklenmesini biri çelişki olarak değerlendirse haksız
    sayılmaz.
    Sözde yapısal reformculuksa; mevcudun olduğu gibi korunmakla beraber Batı eksenli düşünülüp
    yönetilip yönlendirilmesinden başka bir şey kastetmez. Türkiye’de böyledir.
    Türkiye’de liyakat denen olgu da Batı eksenlilikten ibarettir. Hatta biraz zorlasam yerli-milli olmak
    liyakatsizlikle eşdeğer anlam taşır da denebilir. Liyakat postunu giyebilmek için Türkiye’ye yabancı
    olunması gerektiği üzerinden…
    Bu savlarımın delili ise geçtiğimiz genel seçimde apaçık ortadaydı. Hatırlanırsa, Sn Kılıçdaroğlu’nun
    seçilmesi halinde masanın birden fazla olan ekonomi bakanı adayları vardı ve her birinin tek söylediği
    “biz gelince ekonomide her şey birden bire düzeleceğiydi.” Merak edip “ne yapacaksınız da
    düzelecek” diye soranlar olmuştu. Cevapları bir tekrardan ibaretti “geleceğiz o kadar.”
    İşte size sözde yapısal reform ve arşa çıkan bir liyakat ölçütü; “geleceğiz ve idareyi sahibine teslim
    edeceğiz.”
    Neden bu konuyu açtığıma geleyim. Bugün Türkiye’de yapısal reform ihtiyacının ilk adımının anayasa
    değişikliği olduğu açıktır.

    • 7 min
    Yaşar Süngü - Rutin

    Yaşar Süngü - Rutin

    Ünlü bilim adamı Albert Einstein’a atfedilen muzip ve zeki birileri tarafından
    uydurulmuş; “Cehalet ne güzel şey lan, her şeyi biliyorsun” cümlesi birçok
    konuda sosyal medyada en çok dolaşan paylaşımlardan biri herhalde.
    Herkesin hoşuna giden ve yine eğitimli eğitimsiz her kesimden insanın
    kendisinden başka herkese yakıştırdığı bir cümle bu.
    Cehalet eğitimsizlik veya bilgisizlik değil, cehalet, bilmeyi reddetmek, eski
    bilgide inat etmek.
    Hatta eski bilgiye iman etmektir.
    O yüzden cahili her yaşta her alanda görebilirsin.
    Üniversitede de karşınıza çıkar, bürokrasideki bir makam odasında da, okuldaki
    öğretmenler odasında da, camide de, sanatçı camiasında da, spor dünyasında da,
    omuzu kalabalık bir askerde de, iş dünyasında da, kırsal bölgelerde de.
    **
    İnsanlardaki inanma ihtiyacı yeme içme barınma ve güvenlik gibi en temel
    ihtiyaçlardan sayılıyor.
    Batıdan doğuya doğru günümüzde gençler arasında oldukça yaygınlaşan ateizm
    ve deizm de insanın inanma ihtiyacının başka şeylerle doldurulmasından başka
    bir şey değil.
    Sadece kutsallar değiştiriliyor.
    İlahi olana iman etmeyen dünyevi olana iman ediyor.
    Bu alan oldukça zengin.
    En yaygını egoya iman etmek.
    Onun içini herkes kendine göre dolduruyor.
    Kimisi paraya, kimisi makama, kimisi lüküs hayata kimisi kişisel zevklere iman
    ediyor.
    **
    Bugün kimse konfor alanından çıkmak istemiyor.
    Az ya da çok elde ettiği kazanımlarını kaybetmekten korkuyor.
    Sorumluluk almak istemiyor.
    Yardımı bile keyfi isterse yapmak istiyor.
    Kimsenin bulunduğu yerden bir cm aşağıya inmeye tahammülü yok ama
    kendinden yukarıda yer alan bütün makamlara kendini yakıştırabiliyor.

    • 4 min
    İsmail Kılıçarslan - Çocuğun adı Hanzala

    İsmail Kılıçarslan - Çocuğun adı Hanzala

    Yüzümü görmeye hakkınız yok. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek.
    Gülümsememi göremezsiniz bayım. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek.
    Şahit olamazsınız ağlamama. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek.
    Gözlerim zeytin karası. Onları göremezsiniz küçük hanım. Bu kadar basit. Filistin özgür olana
    dek.
    Alnımda bir çatkı doğuştan. Onu göremezsiniz. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek.
    Hüznümü ve öfkemi göremezsiniz hanımefendi. Bu kadar basit. Filistin özgür olana dek.
    Dünyaya küskün çocukların sözcüsüyüm ben. Adım Hanzala.
    Doğru. Küsüm size. Size ve size ve size ve size de. Utançla başını yere eğip kollarını iki yana
    açan. En çok sana küskünüm. “Ben ne yapabilirim” diyen ey. En çok sana. Duymadın galiba
    “farzet körsün / olabilir / bir taş al / at / düşmanı bulur” dendiğini.
    Küsüm size.
    Kahvenden vazgeçmedin daha. Ve vazgeçmedin giydiğin ayakkabıdan. Haklısın. Çok
    yakışıyor sana.
    Dünyaya küskün çocukların sözcüsüyüm ben. Adım Hanzala.
    Yüzümü dönmeye değer bir dünya değil burası. Benim değil, beni öldürmek isteyenlerin
    dünyası. Karanlıkların ve çirkinliklerin dünyası. Ve yok sizin dünyanızda bana ne bir liman,
    ne bir sığınak.
    Dünyaya küskün çocukların sözcüsüyüm ben. Adım Hanzala.
    Yüzümü dönmem için tek bir neden söyleyin bana.
    On beş bin çocuk ve “elimizde bunun soykırım olduğuna dair yeterli kanıt yok” öyle mi?
    On beş bin anne ve sadece “uluslararası toplum bu olayları şiddetle kınar” öyle mi?
    On beş bin baba ve sadece “olayların bir an önce son bulmasını diliyoruz” öyle mi?
    Dünyaya küskün çocukların sözcüsüyüm ben. Adım Hanzala.
    Yüzümü Aksa’ya dönüyorum.
    Yüzümü öldürülmüş yaşıtlarıma.
    Evlatları bombalarla ellerinden alınmış annelere dönüyorum yüzümü.
    Yetimlere dönüyorum yüzümü.

    • 3 min
    İhsan Aktaş - Türkiye siyasetinin geleceği neden AK Parti’nin tutumuna bağlı?

    İhsan Aktaş - Türkiye siyasetinin geleceği neden AK Parti’nin tutumuna bağlı?

    Seçmen, 2024 yerel seçimlerinde CHP’ye oy verdi fakat AK Parti’yle konuşmayı
    tercih etti. Mesajı bütünüyle AK Parti’ye vermiş oldu. CHP’nin seçim sonrası
    suskunluğu, beklenmedik oy artışının yükünü ve sorumluluğu anlamaya çalışması ile
    ilgilidir.
    AK Parti siyasetinin sihri Erdoğan’ın ifadelendirdiği, konuşulduğu zaman siyaset
    bilimcilere basit gelen fakat siyasetin tüm inceliklerini içinde barındıran ‘taban
    demokrasisi’dir.
    Taban demokrasisi nedir?
    Toplumun en kılcal damarlarına kadar örgütlenmiş olan AK Parti, toplumun bütün
    taleplerini ele alıp rafine bir şekilde siyasete dönüştürerek hükümete uygulatmasıdır.
    Organik bir şekilde işleyen bu mekanizma halkın sorunları ile AK Parti siyasetinin
    sürekli iç içe yaşaması anlamına geliyordu.
    Erdoğan’ın sorun çözme yeteneği bir taraftan teşkilat ve hükümeti dinamik bir şekilde
    çalıştırırken, Ankara’nın kangren olmuş bürokratik vesayetini İstanbul belediyesinden
    edindiği tecrübe ile tabir yerinde ise tekmeleyerek çalıştırıyordu.
    Bürokratik oligarşi, tek başına ordunun ve elit bürokratların devleti kendi tekelinde
    tutması değil, Ankara’ya ayak basan her siyasi partiyi terbiye edip amaçlarından
    saptırmasıyla da ilgilidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın uzun süre bu meseleye vurgu
    yapması sebepsiz değildi.
    AK Parti siyasetinin sihri sokakta vatandaşla birlikte yaşamak olduğuna göre,
    pandemi süreci AK Parti’nin bütün yeteneklerini ortadan kaldıran bir süreçti.
    Hatırlıyorum, pandemi sürecinde vatandaşlar bana sürekli yazılı mesaj gönderirdi.
    Ben de AK Partili yöneticilerle paylaşırdım. Pandemi bittikten sonra, millet AK
    Parti’yle buluşunca mailler azaldı ve herkes talebini partililere iletmeye başladı. Bu
    iletişim AK Parti’ye genel seçimi kazandırdı.
    Muhalefet, 2019 yerel seçimlerinde bir başarı kazanmış, iktidarı kesin olarak
    aldıklarına inanmış, sadece iktidarı hangi gün devralacaklarını bekliyordu.
    Muhalefetin bu özgüvenli tutumu AK Parti elitlerinde bir yılgınlık oluşturmuştu. Hatta
    bazı AK Partililer kendi durumlarını ANAP’a benzeterek “Bu iş bitti” ifadesini
    kullanmaya başlamıştı.
    “AK Parti’nin ikinci 20 yılı” makalesini yayınladığımda bazı üst düzey yöneticiler, bu
    iddianın biraz safdillik taşıdığını ifade etmişlerdi. Bu yazıda AK Parti’nin ANAVATAN
    Partisi’ne benzemediğini, Refah Partisi kökenli misyon sahibi siyasetçilerin partinin
    omurgasını teşkil ettiğini, misyon sahibi siyasilerin çil yavrusu gibi dağılma kültürünün
    olmadığını ve geniş bir siyasi örgütlenme ile sivil toplum desteği ve güçlü liderlik
    etkisiyle AK Parti’nin siyasetin belirleyicisi olmaya devam edeceğini vurgulamıştım.

    Gelecek Partisi ve DEVA Partisi kurulduğunda, kısa bir dönem eleştirileri ile AK Parti
    üzerinde bir baskı kurmuştu. Kriter dergisine ‘AK Parti’nin Sosyolojik Arka Planı ve
    Nevzuhur Eleştiriler’ makalesini yazdım. Makalede bu partilerin yönetici grubunun
    sosyolojide karşılığı yüzde bire tekabül ettiğini, AK Parti gölgesinde güçlü
    göründüklerini ve siyaseten AK Parti içinde temerküz ettikleri yüzde 40’a varan iktidar
    gücü kullanma günlerinin geri gelmeyeceğini vurguladım. Bugün durumları benin
    öngörüden daha da alt bir seviyeye düşmüş durumda.

    • 5 min
    Hayrettin Karaman - Üç sarhoşun hikâyesi

    Hayrettin Karaman - Üç sarhoşun hikâyesi

    Ehl-i Sünnetin iman-amel anlayışına göre bir fiilin haram veya helâl
    olduğunu inkâr etmeden haram ise onu işleyen kimse dinden çıkmaz ve
    cehennemde de devamlı kalmaz.
    Allah Teâlâ lütfen samimi tevbeleri kabul buyurur.
    Pek çok kulunu tevbe şartı da olmadan dilerse cennetine koyar ve bu
    istisnâî bir lütuftur, O’nun engin rahmetinin bir tecellîsi olur.
    Bir mümin insanlardan gizleyerek bir günah işliyorsa onu gören ve bilen
    kimse âleme yaymayacak, ortalığa açıklamayacak, uygun usul ile din kardeşini
    ıslah etmeye çalışacak ve dua edecektir.
    Görünüşte tam Müslüman olan nice günahkâr ve görünüşte amelsiz olan
    nice “iyiliği günahını silmiş” mümin vardır…
    Gelelim üç sarhoşun hikâyesine.
    Bosnalı Mestan
    Bunu bir vâizden dinledim, anlatırken ağladı ben de doluktum.
    Köyünde herkes ondan bîzar olmuş, her gün sarhoş, sağı solu rahatsız
    ediyor. Derken bir gün muhtarın kapısını çalmış, heyecan içinde “Muhtar, ben
    rüyamda Peygamberimizi (s.a.) gördüm, ‘Yeter artık, bırak içmeyi ve bana gel’
    dedi. Beni O’na götür” demiş. Muhtar, içki parası koparmak için yalan
    söylediğini düşünmüş, biraz para verip savmış. Bizim Mestan köyü dolaşmış,
    rüyasını anlatmış, “Beni Efendimize götürün” demiş ama kimse inanmamış,
    para verip savmışlar. Tekrar muhtara gelmiş, sonunda muhtar inanmış, onu
    Medine’ye götürmüşler. Otele inince bavulunu filan yerleştirmeden Ravza’nın
    yerini sormuş, kavuşunca Sevgilisine, cennet bahçesi denilen mekânda yer
    bulmuş, üç gün yememiş, içmemiş, ibadetle meşgul olmuş, yalvarmasına
    dayanamayan ilgililer de onu gece Ravza’dan çıkarmamışlar. Sonra acından
    ölecek diye çıkarmaya karar verince “Beni O’ndan ayırmayın” diye diye
    oracıkta can vermiş ve Baqî’ mezarlığına defnedilmiş.

    • 4 min

Top Podcasts In News

Het Punt van Van Impe
Nieuwsblad
Björn in the USA
VRT NWS
DS Vandaag
De Standaard
De 7
De Tijd
Les Grosses Têtes
RTL
De Stemmen van Assisen
Nieuwsblad

You Might Also Like