500 episodios

Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.

Yeni Şafak Yazarlar Yeni Şafak

    • Noticias

Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.

    İsmail Kılıçarslan - Sosyal çürüme yazıları 9: Keriz silkeleme cumhuriyeti

    İsmail Kılıçarslan - Sosyal çürüme yazıları 9: Keriz silkeleme cumhuriyeti

    Türkiye, evet, bir keriz silkeleme cumhuriyetidir uzun zamandır. Bu silkelemenin iki
    boyutu var.
    İlki maddi boyut. Hem dünyada hem de Türkiye’de kimse “İnsana sadece elinin emeği
    vardır” ayetinde berraklaşan hakikate inanmıyor. “Rızkın insanın üzerine kayıtlı
    olduğu” gerçeğini bir an olsun aklına getirmiyor. Parayı çabucak ve kolayca elde
    etmek tek geçer akçe. Bu da “kerizleri silkelemek” için eşsiz bir fırsat sunuyor keriz
    silkeleyicilere.
    Borsa, faiz, kripto piyasası gibi nispeten “legal” keriz silkeleme organizasyonlarının
    yanı sıra pek çok başka operasyona da maruz kalıyor artık insanlar.
    Burada altın iki cümlem var. Birincisi “Tamahkârla sahtekârın karşılaşmasından
    üçkâğıt doğar” cümlesi. İkincisi de “Arzusunu hırsıyla birleştiren insanı dolandırmak,
    dolandırıcılığın en kolay yoludur” cümlesi.
    Basına en çok tosuncuk ve Çiftlik Bank işi yansıdı tabii ama Türkiye’de irili ufaklı
    binlerce saadet zinciri var ve insanların “daha çoğuna zahmetsizce ulaşma arzusu” bu
    zincirlerin işini inanılmaz kolaylaştırıyor. Futbolcuları dolandıran bankacı da bu aralığı
    kullanıyor, “Alım satımdan ettiğim kârın yüzde şu kadarı senin” diyen yerel
    dolandırıcı da. Üstelik bu “daha çoğuna zahmetsizce ulaşma arzusu” ne dindar dinliyor
    ne seküler, ne bankacı dinliyor ne ev hanımı. Her seferinde insanın o bitmek bilmez
    “daha fazlası” hırsını kullanmanın, o hırsı harekete geçirmenin bir yolunu buluyor.
    Keriz silkeleme cumhuriyetinin ikinci boyutu ise daha feci. Buna biz “manevi /
    gelişimsel boyut” diyelim. Kişisel gelişimden meditasyon olaylarına, dini cemaat
    görünümündeki ticarethanelerden sokak hayvanlarına mama dağıtma iddiasındaki
    üçkağıtçılara kadar keriz silkeleyicilerin çok başarılı şekilde bulduğu bir alan var artık:
    Manevi tatmin hissi yaşatmak ve/veya kişiyi geliştiğine inandırmak.
    Daha geçen gün bir hanım abla Urfa’da yüzlerce kerizi “Göbeklitepe’nin enerjisi çok
    yüksek çünkü burası uzaylıların terminali” cümlesiyle kafalayıp silkeledi mesela. Bu
    hanım ablanın kerizlere yarı çıplak zikir yaptıran versiyonu da var, 5 yıldızlı otelde
    muhafazakâr sosyeteyi dolandıranı da.

    • 4 min
    İhsan Aktaş - İsrail devleti 100. yılını görebilecek mi?

    İhsan Aktaş - İsrail devleti 100. yılını görebilecek mi?

    Son yıllarda İsrail-Hamas çatışması, İsrail'in dünyadaki durumunu gözler önüne serdiği gibi,
    İsrail içerisinde de önemli tartışmalara zemin hazırlamıştır. 1948 yılında Filistin topraklarını
    işgal eden İsrail devleti, adım adım Filistinlilerin günlük yaşamını zorlaştıran politikalar
    uygulamıştır. Bu süreç tutuklamalar, öldürmeler, hapse atmalar, sürülmeler ve Filistinlilerin
    evlerini gasp etmeler şeklinde devam eden kesintisiz bir zulümle sürmüştür.
    İsrail'in, Filistin'e yaptığı zulümler her zaman dünya gündeminde olmamıştır. Kudüs'e yapılan
    saldırılar ve toplu ölümler zaman zaman gündeme gelse de medya ve yönetim tekelini elinde
    bulunduran İsrail, bu süreçleri unutturmayı başarmıştır. Ancak son Hamas saldırısıyla
    başlayan İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırıma varan politikası, tüm dünyada yankı bulmuş ve
    insanlık değerlerinin zayıfladığı bir dönemde vicdan ve adalet duygusunun yeniden
    sorgulanmasına sebep olmuştur. İnsanlık için bir taraf olma, haysiyet ve onur sahibi olma,
    Filistin'i desteklemekle eş anlamlı hale gelmiştir.
    Altı yıl boyunca İsrail'in Başbakanlık Ulusal Ekonomi Konseyine başkanlık yapan ve Başbakan
    Benyamin Netanyahu'nun yakın çevresindeki isimler arasında yer alan Profesör Eugene
    Kandel ve rejimin önde gelen teknokratlarından olan Ron Tzur, İsrail'in akıbetine dair bir dizi
    tahminde bulundu. Devlet görevinde bulunmuş ve önemli fonksiyonlar üstlenmiş bu iki isim,
    “İsrail 100. yılını görecek mi?” sorusunu ele almışlardır. Bu soruyu temellendirirken, bir
    yandan İsrail-Filistin çatışmasına diğer yandan İsrail'in içindeki bölünmüşlüklere dikkati
    çekmişlerdir. Bu makale, İsrail'in sadece Hamas'la değil, aynı zamanda iç çatışmalarla da
    mücadele ettiğini göstermektedir.

    • 4 min
    Ersin Çelik - Çıplak ellerimiz ve İsrail!

    Ersin Çelik - Çıplak ellerimiz ve İsrail!

    26 Mayıs gecesi önümüze bir görüntü düştü. İsrail, Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere
    Yardım ve Bayındırlık Ajansı depolarının bulunduğu bölgede çadırlarda yaşayan yerinden
    edilmiş Filistinlileri savaş uçaklarıyla bombaladı. Alev alan çadırlarda onlarca kişi yanarak can
    verdi.
    Evleri yerle bir edilmiş, aileleri parçalanmış, binlerce bombardımandan kaçarak hayatta
    kalabilmiş, defalarca yerinden olmuş, güya güvenli bölge olduğu söylenen Refah’ta BM
    depolarının yakınında kendilerini güvende hissetmeye çalışan Gazzeliler yaşadı bu vahşeti.
    Tam da Uluslararası Adalet Divanı yeni bir tedbir kararı açıklamış, İsrail'in Refah'a yönelik
    saldırılarını derhal durdurmasını “emir” buyurmuştu. Lakin İsrail, Lahey’e yanıtını daha ağır
    bir katliamla, yeni soykırım delillerini mahkeme heyetinin gözlerinin içine sokarak verdi ve
    dünyanın tamamına meydan okumaya devam etti. İsrail soykırımı sürdüreceğini, hiçbir
    kuralın onu bağlamayacağını, hiçbir oluşumun onu engellemeye yetmeyeceğini
    kardeşlerimizi yakarak ilan etti.
    İsrail’in sekiz aydır yerlerinden edilen ve açlıkla, susuzlukla, ağır hastalıklarla mücadele eden
    insanları sığındıkları çadırlarda hedef alarak katletmesi, savaşı sosyolojik olarak Gazze’nin
    dışına taşıdığının ve tüm dünyayı karşısına aldığının ilanıdır aslında. Aynı zamanda,
    ‘uluslararası hukuk’ mekanizmasının bir yaptırım gücünün kalmadığının da çaresizliği olarak
    kayıtlara geçti dünkü saldırı. Dünyaya ve devletlere diplomatik nizam vermek, barış
    sağlamak, haksızlıkları bitirmek gibi temel vazifeleri olan BM’ye de bir kez daha İsrail
    karşısında diz çökertilmiş oldu. Avrupa Birliği’nin ise esamisi bile okunmuyor.
    Peki, ne olacak? Uluslararası Ceza Mahkemesi yok hükmünde. Birleşmiş Milletler yok
    hükmünde. Barış görüşmeleri yok hükmünde. Diplomatik yaptırımlar yok hükmünde. Ticari
    kısıtlamalar halkların tepkisiyle hayata geçti lakin İsrail’e geri adım attıracak boyutta olmadı.
    Amerika’da ve Avrupa’da “İsrail nefretine” dönüşen tepkiler soykırımı durdurmaya yetmedi.
    Bu arada İsrail, hamisi ve silah tedarikçisi Amerika’yı da yok sayıyor artık. Ne demişti başkatil
    Netanyahu? “ABD'nin desteği olmazsa Refah’a tek başımıza gireriz.” Nitekim öyle de oldu.
    İsrail, Refah’a alevler saçarak girdi.

    • 5 min
    Ali Saydam - “Tektif”

    Ali Saydam - “Tektif”

    Bazı durumlar vardır. İletişim de çalışmaz, ilişki de… İstediğinizi yapın,

    hedef kitle bildiğini okur…

    Askerlik yapanlar hatırlar; eratın, eğitim dışında giydiği ‘tek tip’ adı verilen
    bir tür üniforma vardı… Üniforma da zaten tek tip demek değil mi?.. Fakat, erata hiç
    kimse “tek tip” dedirtemezdi… Varsa, yoksa “tektif”… Tektif aşağı, tektif yukarı…

    Müzik dünyasından da örnekler verelim…
    1975 yılında Eurovision’a Türkiye adına katılan şarkıyı, Allah selamet
    versin Ali Rıza Binboğa söylüyordu… Parçanın bir yeri şöyleydi: “Özgürlük ve barış
    tüm insanların özlemi olacak yarınlarda…”

    Yani, yarınlarda faşizm gelecek, hiç kimse özgür olamayacak, barışa hasret

    kalacaksınız deniliyordu… İyi mi?!

    Ancak bizim solcular, sözlerin içinde ‘özgürlük’ ve ‘barış’ kelimeleri geçiyor

    diye şarkıyı bir anda sol söylemin bayrağı hâline getirmişlerdi.

    Yüzlerce kere yazıldı, çizildi: “Aman ağalar! Etmeyin, eylemeyin; şu sözleri
    değiştiriverin…” Kimselerin umurunda olmadı… Sol, faşist söyleme sahip çıkmaya
    devam etti.

    Bir de Yeşim Salkım’ın ünlü parçası vardır… Son olarak 19 Mayıs
    Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı vesilesiyle pek çok sanatçının katıldığı
    yeni bir düzenlemeyle, Atatürk’ün gözlerine gönderme yapılarak seslendirildi: Deli
    Mavi… Şarkının bir bölümünde şöyle deniliyor:

    “Son bakışın duruyor gözümde / Bir alev gibi deli mavi / Son gülüşün

    duruyor yüzümde / Çok sevenlerin deli hâli…

    Söz, sana yemin, sana söz / Kör olayım, yalansa / Değmedi, değmez /

    Gözüme başka renkte iki göz…”

    Ne anlama geliyor? Bizim için önemli olan gözünün mavi olmasıdır, gözü
    maviyse herkes ‘gözüme değebilir’… Yani kastedilen o mavi gözlünün başka bir
    ‘benzersiz, tekil’ özelliği yoktur…

    • 6 min
    Abdullah Muradoğlu - Hava yoluyla soykırım serbest!

    Abdullah Muradoğlu - Hava yoluyla soykırım serbest!

    Uluslararası Ceza Mahkemesi(UCM) Başsavcısı’nın Netanyahu ve Yoav Gallant hakkında
    “yakalama” talebinde bulunmasına, “Uluslararası Adalet Divanı”nınsa İsrail’in Refah kentine
    saldırılarını durdurması yönündeki kararına rağmen İsrail Ordusu katliamlarına devam ediyor.
    ABD Başkanı Joe Biden İsrail’in Refah kentine kara harekâtı düzenlemesinin aşılmaması
    gereken “kırmızı çizgi” olarak değerlendirileceğini duyurmuştu. Biden Yönetimi İsrail’e 500
    kiloluk ve 2 bin kiloluk bombaların sevkiyatını da geçici olarak askıya almıştı. Sadece bu
    bombalar değil, İsrail neredeyse tüm silah donanımını ABD’den sağlıyor. Öte yandan Biden
    ABD’nin İsrail’in savunmasına ilişkin taahhütlerinde zerrece gevşeme olmadığını da söylüyor.
    Biden’ın kırmızı çizgisi özünde bebeklerin, çocukların, kadınların hayatlarının korunmasını
    içermiyor. Biden’ın kırmızı çizgisi İsrail tarafından yerlerinden edildikleri için Refah kentine
    sığınmış bir milyondan fazla insanın uçak bombalarıyla katledilmesini engellemiyor. Kaldı ki
    İsrail Ordusu, Refah’ın etrafındaki çemberi giderek sıkıştırıyor. Pazar günü İsrail Refah’ta
    sivillerin barındığı çadırları bombalayarak onlarca Filistinliyi daha katletti. Suya yazılmış yahut
    havaya söylenmiş gibi, Biden’ın kırmızı çizgisinin İsrail üzerinde en ufak bir etkisi bile yok.
    Cezasız kalacağına dair özgüven İsrail’i daha da vahşileştiriyor. Amerikan Kongresi’nin sıkı
    İsrail yanlısı üyeleri Netanyahu için yakalama kararı vermesi halinde “Uluslararası Ceza
    Mahkemesi”ni cezalandıracaklarını bile ilân ettiler. UCM yargıçları “yakalama” talebini
    yerinde bulan bir karar vermeleri durumunda ABD’nin yaptırımlarına maruz bırakılacaklar.
    UCM Başsavcısı sadece Hamas liderleri hakkında yakalama talebinde bulunsaydı Biden
    Yönetimi’nin zil takıp oynayacağından, UCM’ye övgüler yağdıracağından, kurallara dayalı
    uluslararası düzenin erdemlerinden söz edeceğinden kimsenin şüphesi yok. ABD, “UCM”nin
    Putin hakkındaki yakalama kararını tam da böyle karşılamıştı. UCM bu yakalama kararınıysa
    Ukraynalı çocukların Rusya'ya kaçırılmasına dayandırmıştı. İsrail Gazze’de en az 15 bin çocuk
    öldürdü. Biden’ın kırmızı çizgisi hava yoluyla gerçekleştirilen çocuk katliamlarını kapsamıyor.
    Aslında ‘kırmızı çizgi’ diye bir şey yok. Biden’ın kırmızı çizgisi içi boş bir söylemden ibaret.

    • 4 min
    YUSUF DİNÇ - Tasarruf Eğilimini Mi Artıracağız, Tüketim Eğilimini Mi Düşüreceğiz?

    YUSUF DİNÇ - Tasarruf Eğilimini Mi Artıracağız, Tüketim Eğilimini Mi Düşüreceğiz?

    Tüketim ve tasarruf gelirin birer fonksiyonudur. Tüketim eğilimi gelirin harcanan kısmına, tasarruf
    eğilimi de harcanmayan kısmına dair trendi ifade eder. Gelirin harcanan yüzdesi tasarruf eğilimi,
    harcanmayan yüzdesi tüketim eğilimi için ölçülür.
    Ortodoks politikada talep işsiz bırakılıp baskılanırken (ithalatın bu noktadaki rolüne çok kere
    değindiğimden yeniden üzerinde durmayacağım) bir taraftan da pozitif reel faiz ortamı oluşturularak
    faiz getirili finansal varlıklara kaynakların yönlendirilmesi sağlanır.
    Böylece hem toplam tüketim eğilimi düşer hem toplam tasarruf eğilimi yükselir sonra ekonomi
    dengelenir ve finansman ortamı yavaşça canlanırken arz artırılıp çıktı açığı fazlaya dönüştürülür.
    Sonra da talep üzerinden baskı kaldırılır.
    Kapitalizmin yeni dengesizliğine kadar tekrar geçici bir denge elde edilmiş olur.
    Buraya kadarki kısım teori fakat bu noktada bir hususu tartışmaya açmak gerekir; tüketim eğilimini
    azaltmada tüketimin baskılanmasının mı etkisi daha fazladır, yoksa tasarrufun artmasının mı? Ve bu
    soruya bağlı olarak teori Türkiye’de mevcut şartlarda işler mi?
    Bu sorulara keskin cevaplar üretmek zor. Fakat birinci soru için diyeceğim şudur; gelir artmayıp
    tasarruf eğiliminin güçlenmesiyle desteklenmediği halde tüketim eğiliminin tek başına düşmesi
    yoksullaşma demektir.
    İkinci soru içinse gelin biraz bakış açısı kazanalım.
    Türkiye’de tasarruf güdüleyicisi olarak pozitif reel faizi görebilmek, kusurlu para sistemiyle aksak
    iktisadi düzenin ve bu düzen içinde gevşeyen değerler sisteminin her geçen gün daha fazla
    kabullendirdiği hala yeni bir olgudur.
    Toplumun kahir ekserisi “haklı olarak” faizli iş ve işlemlerden sakınır. Tasarruflarını reel varlıklara
    yönlendirir. O yüzden Türkiye’de her şey asıl fonksiyonu yanında bir biçimde yatırım aracı olmak
    işlevini de yüklenir. Bu sayede toplum en derin krizleri dahi atlatabilir. Fakat faizcilik yerleştiğinden
    beri krizlerin yoksullaştırıcı etkisi de artmakta, bu uyarımı yapayım.
    Türkiye’de tasarruf eğilimi ise getiri güdüsünden çok edinim güdüsüyle hareketlenir.
    Türk toplumunun edinim motivasyonları 6’dır. Birincisi barınma edinimi, bu konuta yönlenir. İkincisi
    toprak edinimi, arsaya yönlenir. Üçüncüsü konfor edinimi, bu otomobile yönlenir. Dördüncüsü
    manevi edinim, bu hacca yönelir. Beşincisi çocukların ikbali edinimi, bu eğitim ve çeyiz tasarrufuna
    yönelir. Altıncısı bu dünyadan hoş bir seda ile ayrılmak edinimi, kefen parasına yönelir.
    En temel motivasyon kaynaklarıysa bu toplumun her ferdinin kolayca anlayabileceği üzere konut ve
    otomobildir. Ortodoks politika da bunu bilir. Talebin baskılanması söz konusu olduğunda hedefine bu
    iki kalemi hep o yüzden koyar. (Eğitim ve çeyiz tasarrufunun mevcut doğurganlık oranları ile yeni
    kültürün çok gerisinde kaldığı da artık görülebilir.)

    • 6 min

Top podcasts en Noticias

Huevos Revueltos con Política
La Silla Vacía
A Fondo Con María Jimena Duzán
Mafialand
Mis Preguntas con Roberto Pombo
Roberto Pombo y Caracol Pódcast
Global News Podcast
BBC World Service
La Luciérnaga
Caracol Pódcast
La W Radio con Julio Sánchez Cristo
Caracol Pódcast

También te podría interesar