7 min

Başyazı:Sömürü düzeni sürerken anayasanın yenisinin emekçi halka faydası yok (Mayıs 2024‪)‬ Gerçek gazetesi

    • Politik

Erdoğan ve AKP iktidarı her meseleyi dönüp dolaştırıp yeni anayasaya bağlıyor. Bu tartışmayı da yine hep yaptığı gibi 12 Eylül’ün darbe anayasasından kurtulmak gibi herkesin kabul edeceğini düşündüğü bir paket içinde sunuyor. Oysa meseleye işçi sınıfının gözünden bakarsak esas gündem anayasa falan değil, hayat pahalılığı ve yoksullaşmadır. Hayat pahalılığı ve yoksullaşma koşullarında işçi sınıfının ayakta kalabilmesi, ailesini geçindirmesi, işine, aşına sahip çıkabilmesi için tek yol örgütlü bir şekilde mücadele edebilmesidir. Örgütlü mücadele, işçinin emekçinin gerçek gündeminin anayasa tartışmasına bağlandığı tek noktadır aslında. Ama burada da mesele yeni anayasa ihtiyacı değil, mevcut anayasanın uygulanmıyor oluşudur.

Güya anayasal güvence altında olan sendikalaşma hakkının, patronlar tarafından sistematik olarak ihlal edildiğini, sendikalaşan işçilerin işten atıldığını, devletin de bu işte anayasanın değil patronların arkasında durduğunu görüyoruz. Sendikalı işçiler grev hakkını kullanmak istediğinde ise çoğu zaman doğrudan Cumhurbaşkanı anayasal grev hakkını çiğneyerek erteleme adı altında yasaklamaya gidiyor. Böylece patronlar işçinin karşısında anayasayı çiğneyen keyfi ve baskıcı yönetimin yani istibdad rejiminin arkasına sığınıyor. Önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemek, anayasal bir hak. Anayasa mahkemesi de bunu tescillemiş, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması engellenemez demiş. Ama İstanbul’da 1 Mayıs, istibdadın, işçi sınıfının anayasal haklarına barikat kurduğu bir 1 Mayıs oldu. Yani devlet ve patronlar, eldeki anayasayı ayaklarının altına almış durumdalar.

Yeni anayasayı falan boş verin! Mevcut anayasada dahi işçi sınıfının ulusal ve uluslararası mücadelelerle elde ettiği kazanımların izleri tamamen silinebilmiş değildir. (Evet 12 Eylül’ün darbe mahsulü, gerici, işçi düşmanı ve baskıcı maddelerle dolu olan anayasasından bahsediyoruz!) Mevcut anayasada kalmış olan bir dizi temel hak ve hürriyet içinde sadece sendika ve grev hakkının gerçekten uygulanması halinde ne olurdu? İşçiler işten atılma korkusu olmadan daha çok ve yaygın şekilde sendikalaşırdı. Gizlilik içinde sendikaya üye olmak, işten atmalara karşı direniş yapmak, anayasal hakkı olan sendika üyeliği için savaşmak zorunda kalmazdı. Hayat pahalılığına karşı en büyük çözüm de bu olurdu. Asgari ücret daha yılın yarısına gelmeden açlık sınırının altına düştü. Örgütlü olan işçiler, asgari ücrete Temmuz’da zam gelecek mi diye Erdoğan’ın ağzından çıkacak kelimeye bakmaz, üretimden gelen gücünü kullanarak istedikleri zammı söke söke alırdı. Türkiye işçi sınıfı bir asgari ücretliler sınıfı olmaktan, asgari ücret de genel ücret olmaktan çıkar gerçekten asgari olurdu. İşten çıkartma patronun en doğal hakkı olmaktan çıkar, işten atmaya kalkan patron işçinin toplu tepkisini, şalterlerin inmesi tehlikesini göze almak zorunda kalırdı.

O yüzden işçi sınıfı düzen siyasetindeki gelişmelere asla bel bağlamamalı ve yeni anayasa tartışmasıyla oyalanmamalıdır. Düzen ve sermaye partileri nasıl emekçi halka fatura ödetmek için anlaşıyorsa biz de faturayı krizi yaratanlara ödetmek için sendikalı sendikasız, göçmen yerli, taşeron kadrolu, sendika konfederasyon gözetmeksizin, ayrı gayrı yok birleşik işçi cephesi var demeliyiz. İşçi sınıfının örgütlü gücüne dayanarak sermayenin sınıf saldırısına karşı emeğin barikatını inşa etmeliyiz. Bu yola girdiğimizde eski anayasa bize dar gelir; mevcut sömürü düzeninin yeni anayasasını değil, işçilerin birliğine ve halkların kardeşliğine dayalı, eşit ve özgür bir geleceği, yepyeni sınıfsız ve sömürüsüz bir

Erdoğan ve AKP iktidarı her meseleyi dönüp dolaştırıp yeni anayasaya bağlıyor. Bu tartışmayı da yine hep yaptığı gibi 12 Eylül’ün darbe anayasasından kurtulmak gibi herkesin kabul edeceğini düşündüğü bir paket içinde sunuyor. Oysa meseleye işçi sınıfının gözünden bakarsak esas gündem anayasa falan değil, hayat pahalılığı ve yoksullaşmadır. Hayat pahalılığı ve yoksullaşma koşullarında işçi sınıfının ayakta kalabilmesi, ailesini geçindirmesi, işine, aşına sahip çıkabilmesi için tek yol örgütlü bir şekilde mücadele edebilmesidir. Örgütlü mücadele, işçinin emekçinin gerçek gündeminin anayasa tartışmasına bağlandığı tek noktadır aslında. Ama burada da mesele yeni anayasa ihtiyacı değil, mevcut anayasanın uygulanmıyor oluşudur.

Güya anayasal güvence altında olan sendikalaşma hakkının, patronlar tarafından sistematik olarak ihlal edildiğini, sendikalaşan işçilerin işten atıldığını, devletin de bu işte anayasanın değil patronların arkasında durduğunu görüyoruz. Sendikalı işçiler grev hakkını kullanmak istediğinde ise çoğu zaman doğrudan Cumhurbaşkanı anayasal grev hakkını çiğneyerek erteleme adı altında yasaklamaya gidiyor. Böylece patronlar işçinin karşısında anayasayı çiğneyen keyfi ve baskıcı yönetimin yani istibdad rejiminin arkasına sığınıyor. Önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemek, anayasal bir hak. Anayasa mahkemesi de bunu tescillemiş, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması engellenemez demiş. Ama İstanbul’da 1 Mayıs, istibdadın, işçi sınıfının anayasal haklarına barikat kurduğu bir 1 Mayıs oldu. Yani devlet ve patronlar, eldeki anayasayı ayaklarının altına almış durumdalar.

Yeni anayasayı falan boş verin! Mevcut anayasada dahi işçi sınıfının ulusal ve uluslararası mücadelelerle elde ettiği kazanımların izleri tamamen silinebilmiş değildir. (Evet 12 Eylül’ün darbe mahsulü, gerici, işçi düşmanı ve baskıcı maddelerle dolu olan anayasasından bahsediyoruz!) Mevcut anayasada kalmış olan bir dizi temel hak ve hürriyet içinde sadece sendika ve grev hakkının gerçekten uygulanması halinde ne olurdu? İşçiler işten atılma korkusu olmadan daha çok ve yaygın şekilde sendikalaşırdı. Gizlilik içinde sendikaya üye olmak, işten atmalara karşı direniş yapmak, anayasal hakkı olan sendika üyeliği için savaşmak zorunda kalmazdı. Hayat pahalılığına karşı en büyük çözüm de bu olurdu. Asgari ücret daha yılın yarısına gelmeden açlık sınırının altına düştü. Örgütlü olan işçiler, asgari ücrete Temmuz’da zam gelecek mi diye Erdoğan’ın ağzından çıkacak kelimeye bakmaz, üretimden gelen gücünü kullanarak istedikleri zammı söke söke alırdı. Türkiye işçi sınıfı bir asgari ücretliler sınıfı olmaktan, asgari ücret de genel ücret olmaktan çıkar gerçekten asgari olurdu. İşten çıkartma patronun en doğal hakkı olmaktan çıkar, işten atmaya kalkan patron işçinin toplu tepkisini, şalterlerin inmesi tehlikesini göze almak zorunda kalırdı.

O yüzden işçi sınıfı düzen siyasetindeki gelişmelere asla bel bağlamamalı ve yeni anayasa tartışmasıyla oyalanmamalıdır. Düzen ve sermaye partileri nasıl emekçi halka fatura ödetmek için anlaşıyorsa biz de faturayı krizi yaratanlara ödetmek için sendikalı sendikasız, göçmen yerli, taşeron kadrolu, sendika konfederasyon gözetmeksizin, ayrı gayrı yok birleşik işçi cephesi var demeliyiz. İşçi sınıfının örgütlü gücüne dayanarak sermayenin sınıf saldırısına karşı emeğin barikatını inşa etmeliyiz. Bu yola girdiğimizde eski anayasa bize dar gelir; mevcut sömürü düzeninin yeni anayasasını değil, işçilerin birliğine ve halkların kardeşliğine dayalı, eşit ve özgür bir geleceği, yepyeni sınıfsız ve sömürüsüz bir

7 min