259 avsnitt

Sermayenin yalanlarına karşı işçi sınıfının gerçekleri

Gerçek gazetesi Gerçek

    • Nyheter

Sermayenin yalanlarına karşı işçi sınıfının gerçekleri

    Sungur Savran: 89 Bahar Eylemleri neden sönümlendi?

    Sungur Savran: 89 Bahar Eylemleri neden sönümlendi?

    Türkiye’nin belirleyici gündemi uzun bir süre boyunca kapitalist sınıfla işçi sınıfı arasında kıyasıya bir mücadele olacak. Erdoğan’ın “nas” kisvesi altında ekonomiyi enflasyonun pençesine teslim etmesiyle ağır bir yoksullaşma yaşamış olan işçi ve emekçi, bu sefer de bu felaketin sona erdirilmesi için Mehmet Şimşek’in yönetiminde uygulanacak politika sonucunda işsizlik belasıyla karşılaşacak. Kıdem tazminatı güvencesi elinden alınmaya çalışılacak. Emekliliği banka ve sigorta şirketlerinin yağmasına sunulmak üzere özelleştirilecek. Bu gündemin dışında öne çıkacak konular (özel durumlar dışında) sınıf savaşını örtmek, sınıfı bölmek, yani “cambaza bak” demek amacıyla manipüle edilecek.

    Geçen yazıda, işçi sınıfının en zor durumlarda bile kendi iç güçleri sayesinde ayağa kalkabilecek kadar yüksek kapasiteye sahip bir sınıf olduğunu vurguladık. Bu sefer ise işin öteki yanını hatırlatacağız: İşçi sınıfı kendiliğinden harekete geçerek çok büyük eylemler yapabilir, hatta kısmi zaferler kazanabilir, ama bunların kapitalist sınıfı yenilgiye uğratacak olgunluğa ulaşması sınıfın iyi bir önderliğe sahip olmasına bağlıdır. Yani sınıf işi başlatabilir, bir süre sürdürebilir, ama zafere ulaşmak için bazen sendikal, çoğu zaman da siyasi önderliğe ihtiyacı vardır.

    Zonguldak nasıl bitti birazdan dönelim. Ama genel anlamıyla işçi hareketi ABD emperyalizminin komşumuz Irak’a açtığı “Körfez Savaşı” nedeniyle bir süre geri çekilmek zorunda kaldı. Ne var ki, savaşın hemen ardından Zonguldak’ın tarzını devralan Paşabahçe ve Erdemir grevleri geliyordu. Bu mücadele dalgası en azından Çiller-Karayalçın koalisyon hükümetinin 1994’te yaşanan derin ekonomik krize sözde çözüm olarak uyguladığı 15 Nisan paketine karşı düzenlenen işçi eylemlerine kadar devam etti. Peki sonra neden geriledi hareket?

    Üç ana nedenle. Birincisi, arada yaşanan Uğur Mumcu suikastı, Sivas Madımak ve Başbağlar katliamları aracılığıyla “derin devlet” denen kontrgerilla Türkiye’nin ayarlarıyla oynadı. Bunu başka siyasi cinayetler ve katliamlarla ta 1997’ye kadar sürdürdü. Bunun sonucunda, 1989-1993 arasında bir yandan Türk işçi-emekçisi, bir yandan özgürlüğü uğruna sokaklara dökülen Kürdün mücadelelerinde paralel bir yükseliş yaşanırken 1993’ten sonra araları açıldı. Sivas Madımak Otel’de yanan, Türk-Kürt mücadele kardeşliğidir.

    İkincisi, işçi sınıfının karga kılavuzları yüzünden hâkim sınıf partilerinin peşine takılmasıdır. Bunun en çarpıcı örneği; sınıfın, 1991 seçimlerinde Özal’ı yenen Demirel-İnönü koalisyonunun her türlü demokrasi demagojisini (Demirel “duvarları camdan karakollar” vadediyordu!) ciddiye almasıdır. Bir başkası, 100 bin Zonguldak işçisinin Ankara’ya yürüyüşünün CHP’li sendikacıların araya girmesiyle durdurulmasıdır.

    Üçüncüsü ise, sendikal hareketin, CHP’nin ve reformist solun Avrupa Birliği hayranlığı temelinde hem demokrasinin geleceğini bu emperyalist kampa bağlaması hem de AB’nin baş tuzağı “sosyal diyalog” sendikacılığının DİSK-KESK dâhil bütün sendika hareketinin amentüsü haline gelmesidir.

    Yükseliş ve zaferin derslerini işçi sınıfının gücüyle özetlemiştik. Her türlü koşulda sınıfın kendiliğinden harekete geçme kapasitesinin olabileceğini vurgulamıştık. Aynı hareketin uzunca bir canlılıktan sonra sönümlenmesini ise, değişimi emperyalist merkezlerden beklemek, hâkim sınıf partilerinin önderliğini benimsemek ve halk hareketinin bölünmesine izin vermek olduğunu görüyoruz. Bunlar bugün de devam eden sorunlardır. İşçi sınıfı hareketi son 35 yılda yaşanan tarihten mutlaka bugün için dersler çıkarmalıdır.

    Sonuç olarak, daha yeni, 1 Mayıs’

    • 6 min
    Levent Dölek: Taksim’e giden yol Saraçhane’den değil Kavel’den geçiyor

    Levent Dölek: Taksim’e giden yol Saraçhane’den değil Kavel’den geçiyor

    Taksim’de 1 Mayıs kutlamak işçi sınıfının ve emekçi halkın hakkıdır. Bu hakkı talep etmek, hak verilmez alınır diyerek bu hakkı almak için mücadele etmek meşrudur. Ama mesele sadece mücadele etmek değil. Mesele kazanmak! Galiptir bu yolda mağlup diyerek kendimizi avutmanın alemi yok. 1 Mayıs’ta Saraçhane’deki kemerlere dizilmiş polis barikatını, hemen ardındaki TOMA’ları aşmak mümkün müydü? DİSK kürsüden kemerlere gitmeyin anonsu yapacağına haydi kemerlere doğru deseydi tablo ve sonuç değişir miydi? Biber gazını bir yana bırakalım, demir bariyerleri de aştığımızı var sayalım, kemerlerin boşluk kısımlarına konuşlanmış TOMA’ları da geçtik diyelim… Taksim’e doğru koşuyoruz! Unkapanı ve Galata köprülerinin açılır kapanır olduğu gerçeğiyle karşılaştığımızda ne yapacaktık?

    Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’la ilgili apaçık kararının nasıl yok sayıldığı ortadayken, bir elimize AYM kararını almanın meşruiyet açısından bir anlamı olsa da pek caydırıcı olmayacağını öngörmek güç değildi. İşin bir başka boyutu ise Anayasa Mahkemesi’nin demokrasinin kurucusu ve koruyucusu olduğunu zanneden çok yaygın bir yanılsamanın sola sirayet etmiş olması. Bu kurumun karşı devrimci karakterini daha önce yazdık, söyledik. Memlekette sayısız sosyalist ve ilerici partiyi kapatan bu kurumdur. Önceliği burjuva devletinin bekasıdır. Bu kurumun temel hak ve hürriyetler açısından aldığı olumlu kararlar önemsizdir demiyoruz. Bu olumlu kararların, işçi sınıfının örgütlü gücüne dayanan bir mücadele olmadıkça kâğıt parçasından öte değeri yoktur diyoruz. Kaldı ki AYM’nin 2022’de aldığı bir önceki karar Taksim’e dair kısıtlamaların hak ihlali olmadığına hükmetmişti. AYM’nin burjuva devletinin bekasına adanmış karakterine gayet uygun bir biçimde. Nitekim Ali Yerlikaya da bir eline 2022 AYM kararını diğer eline gaz ve plastik mermi atan tüfekleri alarak çıktı işçinin karşısına.

    Peki işçi sınıfı inisiyatifi nasıl ele alır? Bunun örneği var: Grev yasakları! Grev yasakları ile Taksim yasağı son derece benzer özelliklere sahip. Taksim’in 1 Mayıs’a kapatılamayacağına dair de AYM kararı var, grev yasaklarının sendika hakkı ihlali olduğuna dair de… Erdoğan AYM kararına rağmen Taksim’i de kapatıyor, grevleri de yasaklamaya devam ediyor. Taksim’i bir elimizde AYM kararı diğerinde karanfil olduğu halde alamadık. DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Bekaert (Kocaeli) ve Schneider (Gebze) fabrikalarındaki metal işçileri ise grev yasağına rağmen grev yaptı. Orada Erdoğan elindeki tüm yetkilere rağmen grev yasağı kararını uygulatamadı. Aradaki fark inisiyatiftir. Grevde inisiyatif işçidedir. İşçinin bir elinde AYM kararı varken diğer eli şalterdedir. Model Türkiye’ye grev hakkını grev yaparak kazandıran Kavel direnişinin modeliydi. Saraçhane’ye bakıyoruz. Barikata tüm kitle yüklense de kolay kolay aşamazdı aşsa da Haliç’i yüzerek geçecek halimiz yoktu. İnisiyatif karşı taraftaydı. Grevde ise devlet işçilere saldırsa da gözaltına alsa da işçi birliğini bozmadığı, grev kararının arkasında durduğu ve çalışmayı reddettiği sürece o fabrikalarda üretim başlamayacaktı. İnisiyatif işçilerdeydi. Bekaert’te ve Schneider’de kazandık. Saraçhane’de kaybettik. Sınıf mücadelesi kazandı. Sosyal diyalog sendikacılığı kaybetti. Kazanacaksak sosyal diyalogla inisiyatifi sınıf düşmanına vererek değil, sınıf mücadelesiyle inisiyatifi işçinin eline alarak, sınıfın saflarını bölerek değil, birleşik işçi cephesiyle birleştirerek kazanacağız!

    • 6 min
    Başyazı:Sömürü düzeni sürerken anayasanın yenisinin emekçi halka faydası yok (Mayıs 2024)

    Başyazı:Sömürü düzeni sürerken anayasanın yenisinin emekçi halka faydası yok (Mayıs 2024)

    Erdoğan ve AKP iktidarı her meseleyi dönüp dolaştırıp yeni anayasaya bağlıyor. Bu tartışmayı da yine hep yaptığı gibi 12 Eylül’ün darbe anayasasından kurtulmak gibi herkesin kabul edeceğini düşündüğü bir paket içinde sunuyor. Oysa meseleye işçi sınıfının gözünden bakarsak esas gündem anayasa falan değil, hayat pahalılığı ve yoksullaşmadır. Hayat pahalılığı ve yoksullaşma koşullarında işçi sınıfının ayakta kalabilmesi, ailesini geçindirmesi, işine, aşına sahip çıkabilmesi için tek yol örgütlü bir şekilde mücadele edebilmesidir. Örgütlü mücadele, işçinin emekçinin gerçek gündeminin anayasa tartışmasına bağlandığı tek noktadır aslında. Ama burada da mesele yeni anayasa ihtiyacı değil, mevcut anayasanın uygulanmıyor oluşudur.

    Güya anayasal güvence altında olan sendikalaşma hakkının, patronlar tarafından sistematik olarak ihlal edildiğini, sendikalaşan işçilerin işten atıldığını, devletin de bu işte anayasanın değil patronların arkasında durduğunu görüyoruz. Sendikalı işçiler grev hakkını kullanmak istediğinde ise çoğu zaman doğrudan Cumhurbaşkanı anayasal grev hakkını çiğneyerek erteleme adı altında yasaklamaya gidiyor. Böylece patronlar işçinin karşısında anayasayı çiğneyen keyfi ve baskıcı yönetimin yani istibdad rejiminin arkasına sığınıyor. Önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemek, anayasal bir hak. Anayasa mahkemesi de bunu tescillemiş, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması engellenemez demiş. Ama İstanbul’da 1 Mayıs, istibdadın, işçi sınıfının anayasal haklarına barikat kurduğu bir 1 Mayıs oldu. Yani devlet ve patronlar, eldeki anayasayı ayaklarının altına almış durumdalar.

    Yeni anayasayı falan boş verin! Mevcut anayasada dahi işçi sınıfının ulusal ve uluslararası mücadelelerle elde ettiği kazanımların izleri tamamen silinebilmiş değildir. (Evet 12 Eylül’ün darbe mahsulü, gerici, işçi düşmanı ve baskıcı maddelerle dolu olan anayasasından bahsediyoruz!) Mevcut anayasada kalmış olan bir dizi temel hak ve hürriyet içinde sadece sendika ve grev hakkının gerçekten uygulanması halinde ne olurdu? İşçiler işten atılma korkusu olmadan daha çok ve yaygın şekilde sendikalaşırdı. Gizlilik içinde sendikaya üye olmak, işten atmalara karşı direniş yapmak, anayasal hakkı olan sendika üyeliği için savaşmak zorunda kalmazdı. Hayat pahalılığına karşı en büyük çözüm de bu olurdu. Asgari ücret daha yılın yarısına gelmeden açlık sınırının altına düştü. Örgütlü olan işçiler, asgari ücrete Temmuz’da zam gelecek mi diye Erdoğan’ın ağzından çıkacak kelimeye bakmaz, üretimden gelen gücünü kullanarak istedikleri zammı söke söke alırdı. Türkiye işçi sınıfı bir asgari ücretliler sınıfı olmaktan, asgari ücret de genel ücret olmaktan çıkar gerçekten asgari olurdu. İşten çıkartma patronun en doğal hakkı olmaktan çıkar, işten atmaya kalkan patron işçinin toplu tepkisini, şalterlerin inmesi tehlikesini göze almak zorunda kalırdı.

    O yüzden işçi sınıfı düzen siyasetindeki gelişmelere asla bel bağlamamalı ve yeni anayasa tartışmasıyla oyalanmamalıdır. Düzen ve sermaye partileri nasıl emekçi halka fatura ödetmek için anlaşıyorsa biz de faturayı krizi yaratanlara ödetmek için sendikalı sendikasız, göçmen yerli, taşeron kadrolu, sendika konfederasyon gözetmeksizin, ayrı gayrı yok birleşik işçi cephesi var demeliyiz. İşçi sınıfının örgütlü gücüne dayanarak sermayenin sınıf saldırısına karşı emeğin barikatını inşa etmeliyiz. Bu yola girdiğimizde eski anayasa bize dar gelir; mevcut sömürü düzeninin yeni anayasasını değil, işçilerin birliğine ve halkların kardeşliğine dayalı, eşit ve özgür bir geleceği, yepyeni sınıfsız ve sömürüsüz bir

    • 7 min
    DİP Bildirisi: İş, aş, hürriyet için örgütlü mücadeleye! Devrimci İşçi Partisi saflarına! 1 Mayıs’a!

    DİP Bildirisi: İş, aş, hürriyet için örgütlü mücadeleye! Devrimci İşçi Partisi saflarına! 1 Mayıs’a!

    İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ın kökeninde 1886’da ABD’de siyah ve beyaz işçilerin 8 saatlik iş günü için birleşerek greve gitmesi ve sonrasında grev kırıcılar ve Amerikan polisi tarafından işçilerin katledilmesi vardır. Bu mücadelenin anısına 1889’da işçi sınıfının uluslararası örgütü olan Enternasyonal’in kararıyla 1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak ilan edilmiştir. Türkiye’de de 1 Mayıs, nice mücadelelerle ve bedellerle kazanılmıştır. Bu bedellerden en büyüğü 1977 1 Mayıs’ında ödenmiştir. İşçi sınıfının kanlısı NATO’nun kurup beslediği kontrgerilla tarafından gerçekleştirilen bu katliamın hesabı elbet sorulacaktır. Bugün hâlen Taksim’i 1 Mayıs’ta işçi sınıfına yasaklayanlar bu büyük katliamın, bizlerse işçi sınıfının büyük mücadelesinin mirasçılarıyız!

    1 Mayıs işçi sınıfının bayramıdır. Bu bayramı hakkıyla kutlamalıyız. Yoksulluk ve sefalet, baskı ve zulüm altında yaşayan işçiler, emekçiler, ezilenler meydanları doldurmalı, birlikten ve dayanışmadan aldığı güçle geleceğe umutla bakmalı, meydanlardan mücadeleyi büyütmek için güven, coşku ve enerji almalıdır. İşimize, aşımıza göz diken patronlara ve dünyayı kana bulayan emperyalistlere karşı güçlü bir duruş sergilemeliyiz!

    İsrail’le kanlı ticareti durdur! İncirlik ve Kürecik’i kapat! NATO’dan çık, NATO’yu yık!



    Depremlerde, iş cinayetlerinde canımızı alan, geleceğimizi karartan sömürü düzeninden hesap sormaya!



    Faşizme karşı omuz omuza! Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!



    Kendi kavgana sahip çık! Sınıfını bil safları sıklaştır!

    Sınıf düşmanımız, mesele haklarımızı gasbetmek, krizin faturasını işçilere ödetmek olduğunda hemen birlik oluyor. Bugün de seçimlerde aralarındaki rant kavgasını halledip, emeğin haklarına saldırmak için el ele verdiler. Hepsi emperyalist sermayenin siparişiyle, Tayyip Erdoğan’ın yönetiminde ve Mehmet Şimşek’in eliyle uygulanacak olan saldırı programının arkasında duruyor. Bu programda kıdem tazminatının gaspı, sosyal güvenlik sisteminin budanması, esnek çalışma adı altında dizginsiz sömürü koşullarının dayatılması, krizin faturasının vergilerle, zamlarla ve en önemlisi de işten çıkartmalarla işçi sınıfına ödetilmesi var. Tekelci sermayenin ve bankaların kârları için yoksul köylünün, küçük esnafın ezilmesi var. Devlet bütçesinin yerli ve yabancı tefecilere, faiz ödemelerine harcanması, eğitimden, sağlıktan, kamu hizmetlerinden kısıntı yapılması var. İşte bu sınıf saldırısına karşı örgütlü gücümüzü göstermemiz ve tüm işçileri, emekçileri örgütlü mücadele seferberliğine çağırmamız gereken yerdir 1 Mayıs meydanları!

    Devrimci İşçi Partisi işçileri örgütlenmeye, sendikalara sahip çıkmaya, denetlemeye, 1 Mayıs’ta sendika kortejlerini sınıf mücadelesi sloganlarıyla coşturmaya, sınıfın partisinin saflarında sınıf siyasetini yükseltmeye çağırıyor!

    Devrimci İşçi Partisi emekçi kadınları erkek egemenliğine ve kapitalizme karşı örgütlü mücadelede en öne, tacize, şiddete, kadın cinayetlerine karşı örgütlenmeye ve öz savunmayı yükseltmeye çağırıyor!

    Devrimci İşçi Partisi gençleri sömürüyle ve baskıyla çalınan gençliğine sahip çıkmak için örgütlü mücadeleye, hürriyet mücadelesini yükseltmeye çağırıyor!

    Devrimci İşçi Partisi bütün sömürülen ve ezilenleri kapitalist barbarlığa, emperyalizme ve Siyonizme karşı insanlığın kurtuluşu için devrimci ve sosyalist mücadelenin saflarına çağırıyor!

    Haydi 1 Mayıs’a! 1 Mayıs meydanını kızıl bayraklarımızla gelincik tarlasına çevirelim!

    • 6 min
    Başyazı: Düzen siyasetinin haritasını değil, sınıf mücadelesi meydanlarını kızıl gelincik tarlasına çevirelim! (Nisan 2024)

    Başyazı: Düzen siyasetinin haritasını değil, sınıf mücadelesi meydanlarını kızıl gelincik tarlasına çevirelim! (Nisan 2024)

    31 Mart yerel seçimlerinden hezimetle çıkan Erdoğan ilk konuşmasında “milletin sandıkta verdiği mesajları tartarak gerekli adımları mutlaka atacağız” dedi. Sonra da hâlihazırda emekçi halka kemer sıktırmakta olan ekonomik programı uygulamaya devam edeceğini “popülist adımlardan uzak durduk, ekonomi programımızın olumlu sonuçlarını görmeye devam edeceğiz” sözleriyle açık etti. Peşinden kemer sıkma programını yürütmek için emperyalizmin siparişi ile atanan Mehmet Şimşek (İngiliz Mehmet) ve aynı doğrultuda Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’na getirilen Cevdet Yılmaz “durmak yok kemer sıkmaya devam” manasına gelen “enflasyonla mücadeleden taviz verilmeyecek” diye açıklamalar yaptı. Patron örgütleri TİSK, TÜSİAD, MÜSİAD hepsi neredeyse kelimesi kelimesine aynı açıklamaları yaptılar. Hepsinin dilinde aynı terane: “Dört yıllık seçimsiz dönemde ekonomiye odaklanalım!”

    Oysa Erdoğan’a sandıkta hezimeti yaşatan işçinin, emekçinin özellikle de emeklilerin mesajı başkaydı! İster muhalefet partilerine oy versin ister sandığa gitmeyerek ya da geçersiz oy atarak tepkisini göstermiş olsun emekçi halkın mesajı, “devam” değil “dur” olmuştur! Halk, emekliye vermediğini faize veren, kıdem tazminatı hakkına göz diken, esnek çalışma adı altında dizginsiz sömürüyü dayatan, sosyal sigorta sisteminin tasfiyesine yönelen İngiliz Mehmet’in Orta Vadeli Program’ına “dur” demiştir! “İsrail’le kanlı ticareti durdur” demiştir! Ama Erdoğan bu mesajı değil, patronların mesajını almakta ve o mesajın gereği olan adımları atmakta kararlıdır.

    Emekçi halk olarak kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız. “Dört yıllık seçimsiz bir dönem” adı altında iktidara sermayenin ve emperyalizmin işlerini yürütmesi için bir konforlu ortam yaratmak yerine tam tersine iktidarın ensesinde boza pişirmeliyiz. Fabrikamızda, işyerimizde, mahallemizde örgütlenmeliyiz. Dün hangi partiye oy vermiş olursa olsun bugün ekmek kavgasında yan yana olduğumuz sınıf kardeşlerimizle omuz omuza vermeliyiz! Ayrı gayrı yok! İşimize, aşımıza, haklarımıza örgütlü mücadeleyle sahip çıkmalıyız!

    Seçim gecesinin karşılıklı centilmenlik gösterilerine kimse aldanmasın. Düzen siyasetinin kayıkçı kavgası elbet yine kızışacak. Bizi ayırmak ve birbirimize düşürmek için bildikleri yöntemleri kullanacaklar. Irkçılığı, mezhepçiliği, ayrımcılığı devreye sokacaklar. Herkesin birbirini teröristlikle suçladığı yalan rüzgârı senaryoları yine yayına sokulacak. Enflasyonla mücadele adı altında ekmeğimize çöküp haklarımıza saldırdıkları gibi, emekçi halkı bölmek ve birbirine düşman etmek için yaptıkları operasyonlara da “terörle mücadele” adını takacaklar. Yedi düvele karşı savaşıyoruz edebiyatı yapacaklar. Geçsinler bunları! Merkez Bankasını 65 milyar dolar eksiye düşürüp ülkeyi 70 sente muhtaç ettiler. Onlar için parayı veren düdüğü çalar. Bu halde onlar emperyalizme karşı operasyon yapmaz, emperyalizm adına operasyon yapar!

    Biz bu filmi defalarca gördük! Hep seçimlerden önce yaparlardı, şimdi randevuyu seçim sonrasına verdiler. Çünkü kıdem tazminatı gibi, emeklilik hakkı gibi işçi sınıfının kırmızı çizgilerine saldıracaklar, bıçak kemiğe dayandığı halde kemiği de kıracak bir ekonomik saldırı programı uygulayacaklar ve karşılarında Türküyle Kürdüyle el ele, omuz omuza vermiş, ayrı gayrı demeden iş, aş, hürriyet için birleşmiş emekçi halkın buna izin vermeyeceğini gayet iyi biliyorlar.

    Kendi göbeğimizi kendimiz keseceksek, kendi hikayemizi de kendimiz yazacağız. Bu hikâyenin ana fikri işçilerin birliği ve halkların kardeşliği olacak! Sorunlarımızın çözümü için bize yıllar sonrasına verilmiş bir genel seçim randevusunu bekl

    • 5 min
    Sungur Savran: 1989 Bahar Eylemleri işçi sınıfına ne öğretiyor?

    Sungur Savran: 1989 Bahar Eylemleri işçi sınıfına ne öğretiyor?

    Bahar kendini erkenden hissettirdi bu yıl. Çiçekler çabucak açtı, güneş ışınlarını cömertçe saldı, hava ısındı. Oysa 31 Mart’tan sonra ekonomi politikasında yaşanacak sertleşme, yüksek faiz politikası, bütçenin kısılması, enflasyonun işçinin emekçinin aleyhine önlemlerle kontrol altına alınması girişimi, geniş kitlelere işsizlik, özellikle sağlık, eğitim, belediye hizmetleri gibi alanlarda kaynak yokluğu, işsizler ordusunun sınıf içinde yaratacağı rekabet dolayısıyla ücretleri daha da düşürmesi gibi bugünkünden daha da zorlu koşullar getirecek. Ama kimse “Bahar benim neyime?” demesin.

    Bundan tam 35 yıl önce, henüz deve tellal iken, Genelkurmay Başkanı Kenen Evren cumhurbaşkanlığını işgal atında tutar iken, “Çankaya’nın şişmanı, işçilerin düşmanı” kapitalizmin fedaisi Turgut Özal başbakan iken, kısacası 12 Eylül dönemi devam eder iken işçi sınıfı Mart ayında bir ayağa kalktı, ta Mayıs sonuna kadar oturmadı. Hastalık gerekçesiyle toplu olarak viziteye çıkmaktan çıplak ayakla yürüyüş yapmaya, yemek boykotundan geçinemediği için eşinden ayrılma gösterilerine, sakal bırakmaktan İstanbul’un sokaklarını işçinin işgaline almaya ve düpedüz grev hareketlerine kadar sayısız yönteme başvuran toplu sözleşme görüşmelerindeki 600 bin kamu işçisi, onları örnek olarak sokağa çıkanlarla bir milyon işçi daha, Özal hükümetine kök söktürdü.

    Ne dedik? 12 Eylül askerî diktatörlüğü ilk yıllarına kıyasla biraz daha mesafeli yöntemlerle de olsa devam ediyordu. Bu diktatörlük herhangi bir amaçla kurulmamıştı. Amacı çok açıktı: 1960-1980 arası dönemde işçi sınıfı hareketinde yaşanan büyük yükseliş, toplumun diğer sömürülen ve ezilen sınıf ve gruplarını da kendi peşine takarak burjuva düzeni için büyük bir tehdit oluşturduğu için 12 Eylül askerî rejimi işçi sınıfının ekonomik (sendikalar) ve siyasi (partiler ve diğer örgütler) kurumlarını ezmeye, sınıfı sindirmeye ve haklarını, kazanımlarını ve mevzilerini elinden almaya gelmişti. Böyle bir rejime karşı işçi sınıfı henüz Evren’in başta olduğu bir anda ayağa kalkıyor, hakları için mücadele ediyordu. Üstelik üç aylık mücadeleciliğinin ödülü olarak görülmemiş derecede yüksek bir ücret artışı sağlayacaktı: Kamu işverenleri başlangıçta yüzde 40 zam önerdiği halde sonunda yüzde 140’lık bir zammı kabule mecbur kalacaktı!

    Bu tabloya bir nokta daha eklemek gerekiyor. 1989 Bahar Eylemleri, 12 Eylül’ün işkence yaptığı, uzun tutuklamalarla hapiste tuttuğu, idam cezasıyla yargıladığı sınıf mücadeleci sendikacıların dışındaki, özellikle 12 Eylül’ün hükümetine Çalışma Bakanı vermiş Türk-İş’in bürokratlarının, önderliği bir yana bırakın, en ufak bir desteği olmaksızın, neredeyse bütünüyle kendiliğinden bir hareket olarak yaşanıyordu. İşçiler bunun o kadar farkında idi ki, o dönemde yapılan birçok sendika şube ve genel merkez kongresinde baştaki kadrolar devrilecek, hareketin başına pratikteki ataklıkları sayesinde geçen kadrolar seçimleri kazanacaktı. Buradan bir başka ders daha çıktığının altı çizilmeli. İşçi sınıfı sadece birlik halinde mücadeleye giriştiğinde çok güçlü bir sınıf değildir. Aynı zamanda, kendi içinden çıkardığı mücadele öncüleriyle kendiliğinden, hiçbir önderliğe ihtiyaç duymadan harekete geçebilen bir sınıftır.

    Ama görüyoruz ki işçi sınıfı askerin süngüsü karşısında boynunu eğmemiş. Londra Borsası’nın dayatmalarına da sessiz kalmayabilir. Mehmet Şimşek Londra Borsası’nın temsilcisi olarak İMF’siz İMF programı başlatıyor. Bakalım el mi yaman çıkacak bey mi?

    • 4 min

Mest populära poddar inom Nyheter

Pelle och Gustav
Pelle och Gustav
USApodden
Sveriges Radio
Det politiska spelet
Sveriges Radio
SvD Ledarredaktionen
Svenska Dagbladet
Eftermiddag i P3
Sveriges Radio
Dagens Eko
Sveriges Radio