Livaneli Sohbet

Zülfü Livaneli
Livaneli Sohbet

Buna niçin sohbet diyorum bu yayınlara? Çünkü sohbet çok sevdiğim bir kelime. Sohbet biraz doğuya, biraz bize ait bir kelime; "konversasyon" ya da "conversation" gibi değil. Sohbet etmek, hatta "sohbet koyultmak" denir bizde. Oturup saatlerce birbirimizin düşüncelerini öğrenerek, birbirimizin dertlerini alarak yapılan bir eylemdir. Mutluluk kitabında bir bölüm başlığı vardır: "İnsan insanın zehrini alır" diye. Gerçekten de öyle. İnsan, insanı zehirleyebilir de; bazı insanlar ise zehrini alır. Bu programda tabii biz birbirimizin zehrini almak için uğraşıyoruz.

  1. 2D AGO

    Bölüm 13: Livaneli Sohbet Sultan Abdülaziz'in Avrupa Seyahati

    Dostlarım, çoğu insanın gözünün dövize dikili olduğu, dolar ne oldu, euro ne oldu, şu ne oldu, bu ne oldu diye baktığı bir dönemde, şu kavramı yani “gavur parasıyla beş para etmez” kavramını, deyimini anlamanın zor olduğunu biliyorum. Ama bu bizim dilimize yerleşmiş. Neden? Çünkü öyleydi. Osmanlı güçlü zamanlarında Avrupa’yı hep hakir gördü. Her bakımdan: ekonomi bakımından, harp bakımından, giyim kuşam, yeme içme… Her bakımdan hakir gördü. Kendi kuvvetli bir devlet, kendi üslubu var, yaşam üslubu var, musikisi var, edebiyatı var, mutfağı var, çok zengin. Dolayısıyla Avrupa’yı hiç buraya yaklaştırmadı. Ta ki Avrupa’nın ne kadar ileri gittiğini, aradaki farkın ne kadar açıldığını acı bir şekilde görene kadar. Çünkü o dönemde dediğim gibi “gavur parasıyla beş para etmez”, ya da sarışınlara genel olarak “tüyü bozuk”, mavi gözlülere “gök gözlü”, “uğursuz”… O kadar yabancıydı ki. Bir de o dönemde düşünün, televizyon yok, şu yok, bu yok. İlk ülkeler birbirini göremiyorlar. Bizim padişahlar da savaşa gittiği yerler dışında hiçbir yeri görmüyor. Ta ki ne zamana kadar? Abdülaziz’in Avrupa seyahatine kadar. Çünkü o arada elçiler gidiyordu, geliyordu, anlatıyordu falan ama esas büyük değişim Abdülaziz’in Avrupa seyahatinde oldu. O zamana kadar savaş dışında başka ülkelere giden padişah olmamıştı. Fakat ilk defa padişah Abdülaziz biraz herkesi şaşırtarak Paris’teki sergiye, Napolyon’un davetini kabul etti. Uluslararası sergiye… Büyük hazırlıklar yapıldı tabii. İstanbul’dan ayrıldı. Sultaniye yatı, diğer yatlar… Bazı yatlar, bazı gemiler padişahı taşıyor. Taşıyanın yanında iki tane veliaht taşıyan var: biri Murat, birisi de kardeşi Abdülhamit. Abdülhamit 24 yaşında. Çünkü o zamanın büyük devlet adamları Ali Paşa ve Fuat Paşa -ki muazzam bir adamdır Keçizâde Fuat Paşa, bunu konuşmamız lazım mutlaka- bunlar, “Padişahım, taht boşluk kabul etmez. Aylarca sürecek bir seyahate çıkıyorsunuz, iki tane veliaht burada bırakılmamalı” diye… Kuvvetli insanlar, onları da beraberlerine aldılar. Ayrı ayrı yatlarda gidiyorlar. Ve bir gün Marmara’dan açıldılar, Çanakkale Boğazı’nı geçtiler. İstanbul halkı iki yakaya birikmiş, “Padişahım çok yaşa!” nidaları, çeşitli törenler arasında padişah uğurlandı. Ama biraz geç kalmışlardı seyahat için. Fırtınalı dönem başlamıştı. Ege Denizi’nde fırtınalara mağlup… Denize çıktıktan sonra o gemiler o kadar sallanmaya başladı ki… Fırtınaya tutulmuş gemiler tabii böyle oradan oraya vuruyor insanları. Padişah güverteye çıktı, tutuna tutuna ve kaptana dedi ki: “Derhal durdur şunu!” Fırtınayı durdurmayı emrediyor. Osmanlı padişahı, öl deyince ölüyor, ol deyince oluyor yani. Hiçbir emrine karşı çıkılamaz. “Durdur şunu!” dediği zaman, yani adam ya fırtınayı durduracak… Durduramayacağına göre de belki kelle gidecek. Onun üstüne doktorlarına yatıştırıcı bir şey yapıyorlar, iksir yapıyorlar, veriyorlar. Abdülaziz uyuyor. Uyandığı zaman da geçmiş oluyor fırtına. Gidiyorlar Messina Boğazı’na falan… Her geçtikleri ülkede saygı gösteriliyor tabii. Sonra Toulon Limanı’na kadar geliyorlar. Toulon Limanı’nda da düşünün o zaman Osmanlı padişahı geliyor diye hiç kimse görmemiş ki birbirini. Şehrin kadınlı erkekli bütün azzadeleri, halk, askerler falan herkes orada birikmişler. O kıyılarda bando çalıyor. Hatta Abdülaziz’in bestelerini çalıyor. Onun Batı tarzında besteleri vardır: barcarolle’ler, vals’ler bestelemiştir. Onları çalıyor. Orada da top atışları, 101 pare… Çok canı sıkılıyor. “Dönün gidelim, bu ne yapıyor, bu gavur!” falan diyor. Ama neyse, Keçizâde onu gene ikna ediyor. Sonra oradan karşılanıyor ve trenle Paris’e gidiyorlar. Trenleri, demiryollarını ve geçtikleri bütün Fransa’nın ne kadar gelişmiş olduğunu görüyorlar.

    10 min
  2. APR 13

    Bölüm 12: Türkiye’nin en büyük sorunu kültürdür!

    Biliyorum. İlk duyduğunuzda kulağa hiç de doğru gelmiyor. “Türkiye’nin en büyük sorunu kültürdür. Diğer bütün dertler buradan kaynaklanıyor” dediğiniz zaman insanların çoğu inanmak istemiyor buna. Hele geçim derdiyle boğuşan, siyasetten umudunu kesmiş halk kitleleri böyle bir sözü duymak bile istemiyor. Dar gelirliler böyle de, sanki İstanbul’un bol paralı, yabancı dil bilen ve umur görmüş burjuvazisi farklı mı? Birkaç kişi hariç onlar da sorunların altındaki çarpık temeli, yani kültür yozlaşmasını göremiyor. Bazı kişilere de bıkıp usanmadan bunu anlatmak düşüyor.Öfke dolu, acımasız ve bu dünyayı kurtlar sofrası olarak gören, her an dişlerini göstermeye hazır, yaşadığımız bu suikastların faili olarak gördüğünüz gençlere benzer yüz binlerce kişi dolaşıyor aramızda. Belki kimi daha dengeli, daha iyi niyetli ama çoğu içinde potansiyel bir şiddet taşıyor. Her an eyleme dönüşebilecek bir şiddet. Yoksa bu ülkenin gençleri, bir meşin top o kaleye ya da bu kaleye girdi diye niye birbirini döner bıçaklarıyla doğrasın? Niye düşman ulusların askerleri gibi polis barikatlarıyla ayrılsınlar?Ne kadar görmezden gelirsek gelelim; bu yozlaşma bir gün aynayı yüzümüze tutacak! Bu gençlerin yetiştiği ortamı düşünün: Küçük yaştan başlayan sen erkeksin, sen yiğitsin, hadi göster oğlum pipini, hadi bir küfür et amcana sapıklıkları; kadınlara marazi bir tutku ve öfke karışımıyla bakan yaban bir erkek dünyası; nezakete, insancıllığa, kültüre hiç önem vermeyen, hatta bu değerleri aşağılayan nihilist bir ortam. Bu gibi suçlu gençlerin (daha önce adam öldürmüş olduğu kesin olduğu için bu ifadeyi kullanıyorum) hangi manevi çeşmelerden su içmiş olduğunu hiç merak ettiniz mi? Ben neredeyse adım gibi eminim; bu gençlerin ne okuduğunu, hangi TV programlarını izlediklerini ve en büyük kültür referansları olarak hangi tür müzik dinlediklerini iyi biliyorum. Ve giriştikleri eylemleri de bu ortamın doğal sonucu olarak görüyorum. Çünkü rüzgâr eken fırtına biçiyor.Bu ülkede toplum mühendisleri 70’li yıllarda “iti ite kırdırma” oyununu sahneye koydu ve beş bin genç öldürüldü. Demek ki toplum kendi bağrından beş bin genç katil çıkarıverdi. İşte bu kabul edilebilir bir şey değil. Mesela İsveç’te beş bin tenis oynayacak genç bulursunuz ama ne yaparsanız yapın, bu kadar katil genç toplayamazsınız. Oysa bizim gençlerimiz de aynı biyolojik yapıya sahip; genleri aynı. Aradaki tek fark kültür! Ve ne yazık ki İstanbul burjuvazisi, göçün yarattığı lumpen kültürünü yukarıya doğru çekeceğine, kendisi lumpenleşerek ve onların eğlence adı altında sergilenen rezilliklerine ortak olarak bu cangılı besliyor. Medyanın çoğunu da bu nihilizmin emrine veriyor. Ve okul defterine şiir yazan çocuğu senelerce içerde çürüten ama acımasız katilleri affedilmeye değer bulan zihniyet, bu ülkenin yurttaşları tarafından sonsuza dek lanetlensin! Not: Bu yazıyı 30 Ağustos 2001 tarihinde Üzeyir Garih’in ölüdürülmesi üzerine yazmıştım. Tekrar yayımlamaktan büyük bir acı duyuyorum ama ne yazık ki Türkiye’de hiçbir şey değişmiyor.Zülfü Livaneli26 Ocak 2007 Vatan Gazetesi

    12 min
  3. FEB 16

    Bölüm 6: "Allah İftiranın Yakışanından Korusun"

    Dostlarım, merhaba tekrar. Bugün sizinle biraz dertleşmek istiyorum.Bizim sevgili ve belalı ülkemizde gözden düşürme diye bir şey var. Gözden düşürme… Nerenin gözünden düşüreceksin? Elbette ki sarayın, padişahın gözünden. Çünkü kelle gidiyor! Bizdeki sözler zaten öyledir: “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe.” Niçin yani? Siyasete giren insan, “Ya devlet başa, ya kuzgun peşime konsun.” gibi bir mantıkla hareket etmek zorunda. “İki gömleğim var, biri idamlık, biri bayramlık.” falan…Yani ölümü göze almak! Çünkü yüzlerce yıl boyunca bizim hafızamıza kazınmış olan bir şey var: Eğer iktidar sahiplerinin gözünden düşersen, sonun fena. Bunun da, gözden düşmenin yollarından biri de iftira atmak.İftira o kadar kolay bir şey ki! “Ya şu şöyleymiş, bu da böyle demiş, bunun içinde böyle konuşuyormuş…” dediğin anda yayılabilir bu laf. Ve bir insanın canına da mal olabilir, itibarına da mal olabilir.Şimdi, sosyal medya döneminde bu daha da arttı. Eskiden derlerdi ki: “Elin ağzı torba değil ki büzesin.” Şimdi de sosyal medya torba değil ki büzesin!İstediğin şeyi söyleyebilirsin. Aklına gelen her türlü kötülüğü yayabilirsin. Bunlara cevap vermek de doğru bir şey değil. Çünkü bir kısmı da bunları meşhur olmak için yapıyor, gündeme gelmek için yapıyor.Böyle tanınmış birisine biraz suçlamalar yönelt… O da sana cevap verecek… Oh, polemik olup rahatlanır! Ben zaten polemikten, kavgadan hoşlanan biri değilim.Ama buna karşı bir tek tesellim var. O da Demirel’in bir sözü:“Allah, iftiranın yakışanından korusun!”Şimdi, bazı şeyler var ki yakışmıyor. Bana da yakışmıyor. Hayatım boyunca o kadar çok iftira yapıştırmaya çalıştılar ki… “Yok para meseleleri…” dediler. Baktılar, “Yok, adamın parası da yok, yaptığı bir şey de yok.”Bir ara hatta geldiler:“Efendim, kadın meseleleri…”E, o da yok! Ne bulacaksın? Sonuçta seçim döneminde, “Türkiye’nin aleyhinde konuştu, yurt dışında şöyle yaptı, teröristlerin arkadaşıydı, şuydu buydu…” falan.O, demokrasi mücadelesinden bahsediyorlar. Daha sonra da şahsi suçlamalar oluyor.Ben de hayretle dinliyorum, okuyorum. “Ya, nereden çıkarmış bu adam bunu?” diye. Ama gerek yok!Ama ne kadar önemli bir şey olduğunu ben… Yani 80 yaşıma yaklaştım. Gelecek yıl 80’e basacağım. Dolayısıyla benim için bir önemi yok.Ama gençler… Genç insanlar, çalışanlar, sadece emekleriyle, eserleriyle kendilerini ortaya koyanlar… Bunlar çok kırılıyor!Ben de zamanında çok kırılmıştım. Hatta bazı sanatçılar bu yüzden sanattan vazgeçti!Ben biliyorum, yüzlerce insan var böyle. Ya, öyle bir yazıyorlar, öyle bir hakaret ediyorlar ki…“Aman lanet olsun! Ben ne şarkı söyleyeyim, ne müzik yapayım, ne kitap yazayım… Gideyim kendi hayatımı yaşayayım, küçüleyim, küçüleyim…”Bu yüzden korkup giden çok insan tanıdım ben. Yetenekler böyle böyle kayboluyor.Çünkü nedense şöyle bir şey var:Bir insanın müzik yapması, resim yapması, beste yapması, heykel yapması… Sanki hakareti gerektiren bir şeymiş gibi!Aman Allah’ım! Ne hakaretler başlıyor o sitelerde falan…Oysa ya, yapıyor işte! Kendince bir şey yapmış, halkın önüne koymuş. Halk beğenirse beğenir, beğenmezse beğenmez!Sana ne oluyor kardeşim? Halkı illa “Bunu beğenme, bunu dinleme, bunu yapma, bundan hoşlanma!” diye yönlendirmek de neyin nesi?Sen kendi işini yap o zaman, değil mi? Sanatçılar bile birbirine yapıyor bunu! Onu da gördük maalesef.Dolayısıyla, bu iftira meselesinde dikkatli olmak lazım.Hem kendimizi korumamız gerekiyor, hem de genç sanatçıları korumamız gerekiyor.İnanın bana, ben çok küsen insan gördüm bu yüzden. Çünkü bir cehenneme düşüyor bir anda!Ve en yakındakiler bile düşman olmaya başlıyorlar artık.Bir de lütfen, sosyal medyada gördüğünüz anlatılanlara, yazılanlara hepsine birden inanmayın.Kişisel bir hıncı vardır, kompleksi vardır. Kim bilir neden dolayı bir kızgınlığı vardır. Ya da sadece gündeme gelmek istiyordur.Birisi kalkıp bir şey çıkarıyor, ben biliyorum.Yaşar Kemal, ne kadar sinirleniyordu…Meyveli ağacı taşlarlar lafı var ya…

    7 min

    About

    Buna niçin sohbet diyorum bu yayınlara? Çünkü sohbet çok sevdiğim bir kelime. Sohbet biraz doğuya, biraz bize ait bir kelime; "konversasyon" ya da "conversation" gibi değil. Sohbet etmek, hatta "sohbet koyultmak" denir bizde. Oturup saatlerce birbirimizin düşüncelerini öğrenerek, birbirimizin dertlerini alarak yapılan bir eylemdir. Mutluluk kitabında bir bölüm başlığı vardır: "İnsan insanın zehrini alır" diye. Gerçekten de öyle. İnsan, insanı zehirleyebilir de; bazı insanlar ise zehrini alır. Bu programda tabii biz birbirimizin zehrini almak için uğraşıyoruz.

    You Might Also Like

    Content Restricted

    This episode can’t be played on the web in your country or region.

    To listen to explicit episodes, sign in.

    Stay up to date with this show

    Sign in or sign up to follow shows, save episodes, and get the latest updates.

    Select a country or region

    Africa, Middle East, and India

    Asia Pacific

    Europe

    Latin America and the Caribbean

    The United States and Canada