Dostlarım, ikinci sohbette buluştuk. Buna niçin sohbet diyorum bu yayınlara? Çünkü sohbet çok sevdiğim bir kelime. Sohbet biraz doğuya, biraz bize ait bir kelime; "konversasyon" ya da "conversation" gibi değil. Sohbet etmek, hatta "sohbet koyultmak" denir bizde. Oturup saatlerce birbirimizin düşüncelerini öğrenerek, birbirimizin dertlerini alarak yapılan bir eylemdir. Mutluluk kitabında bir bölüm başlığı vardır: "İnsan insanın zehrini alır" diye. Gerçekten de öyle. İnsan, insanı zehirleyebilir de; bazı insanlar ise zehrini alır. Bu programda tabii biz birbirimizin zehrini almak için uğraşıyoruz. Şimdi sohbet o kadar önemli bir şey ki biraz da iklime bağlı. Bizim bu bölgelerde, Ege bölgelerinde, felsefe gelişti biliyorsunuz. Parmenides, sonra tabii Atina Okulu, Sokrates, Platon ve diğerleri, Heraklit... Bu büyük filozoflar 2500 yıl önce ne yapıyorlardı? Sohbet ederek geliştirdiler. Yani bütün düşünce, sohbet şeklinde, konuşma şeklinde. Ama bu Almanya’ya ya da kuzeye gittiğiniz zaman, tabii ki iklim kapalı, soğuk; pencereler küçük, evler zor ısınıyor. İnsanlar orada, kuzeydeki filozoflar, buradakiler gibi konuşarak değil, daha çok düşünerek, tek başına yalnız başına yazarak, düşünerek geliştirdiler. Bu bakımdan da bizim bu Akdeniz felsefesiyle, ki onun öncesinde de bildiğimiz gibi Mısır var, bu felsefeyle Kuzey felsefeleri arasında mutlaka böyle bir kişisel fark oluşuyor. Çünkü isimler ne kadar büyük olursa olsun, beyinler ne kadar büyük olursa olsun, herkes biyolojik kurallarına tabidir. İster adınız Immanuel Kant olsun, ister Pisagor olsun, kim olursanız olun, aynı biyolojik koşullara sahipsiniz. Bizim "insan ruhunu yüceltmek" dediğimiz, insanı, bir hayvan çeşidi olan insanı, o memeli çeşidi olan insanı, daha yüksek bir mertebeye getirebilmek ve ayırabilmek için elbette sanat, kültür, felsefe binlerce yıldır buna uğraşıyor. Ama bu boyuta geldiğimizde de iki meselemiz var: Duygular ve düşünceler. Yani biyolojinin dışında bizi yönlendiren duygularımız var, düşüncelerimiz var. Bazı insanlarda bu çok dengede oluyor, bazı insanlarda ise bir tarafa çok meylediyor. Mesela sanatçılarda duygusal boyut çok yüksektir ama rasyonel boyut ona göre daha azdır. Biliyorsunuz, mesela kendimden örnek vereyim: Geçenlerde bir İspanyol gazetesine söyledim, "Ben duygularımı müzik yoluyla, düşüncelerimi de kitaplarım yoluyla açıklıyorum" dedim. Müzik, besteler yoluyla duygular; işte ağıt, sevinç, aşk, sıla hasreti... Bütün bunlar tabii ki müzikle ifade edilebiliyor, bestelerle. Ama bir dönem analizi, bir tarihi boyut, bir kişilik, bir psikolojik analiz, elbette ki bestelerle olmuyor, o da düşünceyle oluyor. O bakımdan bunu Yunan mitolojisinde Dionysos ve Apollon olarak tarif ederler. Apollon, aklın ışığıdır; Dionysos ise bağ bozumu tanrısıdır. Benim içimde de her zaman bir Dionysos’la Apollon çatışma halinde oldu. Uçmaya çalışan ruhumu, aklım dengeliyor, yere bastırıyor. Şimdi bilgi meselesini bugün sizinle konuşmak istiyorum. Bilgi çok önemli bir şey. Biz hepimiz biliyoruz, bilgi ve bilim... Eskiden "ilim" denirdi. İslam ilmi, din ilmi olarak ve onlara "âlim" denirdi, çoğuluna da "ulema" denirdi. Şimdi aslında bilimle din çatışma halinde birçok yüzyılda görüyoruz. Çünkü bilim ayrı, din ayrı. Biri inanç, biri bilgi. Ama belki de o kadar büyük bir fark yok aslında. Eğer insanlar bir dine ve o dinin getirdiği ahlaki kurallara, burası çok önemli, ahlaki kurallara uyum gösteriyorsa, uyuyorsa daha iyi bir Budist, daha iyi bir Hristiyan, daha iyi bir Müslüman olmak istiyorsa, daha iyi bir Yahudi olmak istiyorsa, o dinin getirdiği kurallara uyar. Mesela "öldürmeyeceksin" kuralına uyar, temizliğe uyar, alışveriş koşullarına uyar ve iyi insan olmakla tarif edilir bu dinin ahlak boyutu. ...