500 avsnitt

Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.

Yeni Şafak Yazarlar Yeni Şafak

    • Nyheter

Sosyal medyanın en güçlü haber mecrası Yeni Şafak.
Yeni Şafak Gazetesi olarak yayın hayatına başladığımız ilk günden itibaren ülkemizde demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmesi, milli irade ve değerlerimizin hâkim olması için tüm gücümüzle çalıştık. Bu ülkenin geleceğinin derin sularda boğulup gitmemesi için çaba sarf ettik. Fırtınalı günlerde sığınılacak bir liman olduk. Bugüne kadar ülkemize yapmış olduğumuz katkıyı bundan sonra da okurlarımızın desteği ile sürdürmeye devam edeceğiz. Her gün Yeni Şafak’la yeni bir umut olacak.

    YUSUF DİNÇ - Bizim Sorunumuz Ne?

    YUSUF DİNÇ - Bizim Sorunumuz Ne?

    Başka bir ülke donanmasına TCG Anadolu gibi bir gemi kazandırsa, başka bir ülke Kaan gibi bir uçak
    uçursa, başka bir ülke 4 firmasını dünyada ilk 100 savunma ihracatçısı şirket arasına soksa, başka bir
    ülke Kalkınma Yolu Projesini imzalasa, başka bir ülke ihracat rekorları kırsa, başka bir ülke turizmde
    İtalya’nın önüne geçmiş olsa, başka bir ülke asrın afeti çapındaki bir depremin hasarının tamamını
    giderebilecek kudret gösterse ekonomide iklim çok değişir.
    Bu her bir gelişmenin borsada rekorlara, yatırımlarda artışa, istihdamda zirvelere ülkeyi götürmesi
    beklenirdi… En azından ülke maliyesinin iflas dedikodularını yayanların bu her bir gelişme karşısında
    insan içine çıkamaz hale gelmesi gerekirdi.
    Ama olmuyor işte. Birileri çıkıp hemen yok ithalatta da rekor falan diyor…
    Onu demeyin, bir durun. Böyle cevap üretmeye çalışmayın… Diyecekseniz de samimiyetinizden
    deyin…
    Onlarca kişi Beşiktaş’taki bir işyerinin tadilatında yandı ses yok, parkta belediyenin açtığı çukurda
    küçücük bir yavru boğuldu ses yok…
    Dikkatinizi çekerim bunlardan daha kötü ölüm biçimi yok…
    Teleferikte canlar gitti ses yok… Orada bayram günü bir parça ailesiyle eğlenmek isteyen insanlar
    arasında ölen oldu.
    Tabii gene aynı birileri çıkıp hemen İliç’te de işçiler toprak altında kaldı diyecek. Ya da tam tersi…
    Lütfen durun, böyle cevap üretmeye çalışmayın… Bari canlar konusunda samimiyetler sınava
    çekilmesin.
    Tüm değerlerin de tüm acıların da hepimizin olduğunu bir an önce fark etmemiz gerek.
    Bir sorunumuz var. Hem de büyük bir sorun... Toplum olmayı, toplam menfaatlere odaklanmayı
    bıraktık. Seçmen olduğumuz halde bize faydası olmayan siyasi ihtiraslarımız uğruna kendimize zarar
    veriyoruz. Hatta bazılarımız Türkiye’nin insanı olmak durumuyla barışmamakta ısrar ediyor.
    Herkes liboş olsun falan da demiyorum.
    İdeolojiler etrafında toplanılabilir. Fakat siyasetin yerli ve milli damardan uzaklaşmaması, milletin
    toplam faydasına odaklanması için bir çerçeve çizmeli ve o çerçeveden makul sapmalar kadar
    farklılaşılmasına izin verilmeli. Yani seçmen kendine hudutlar çizmeli ve siyaseti bu hudutlar içinde
    kalmaya zorlamalı.
    Bugünkü gibi büyük dönüşümler zamanında bu söylediğim kısıtlayıcı görülebilir. Ama söylediğim siyasi
    ikballerin değil, milli menfaatlerin önde tutulmasından ibaret. Zaten sıkıntı da bu büyük dönüşümler
    çağında milli menfaatler konusunda uzlaşamamak.
    Başka zaman uzlaşılmasa da oluyor zaten, sistem işliyor yani… Ama bu zaman öyle bir zaman değil.
    Milli meselelerde, milli yaslarda dahi ayrışabilmek en çok Türk milletine yakışmıyor diye düşünürüm
    hep. Başka millete başka devlete de yakışmaz da… Türk milletine hiç yakışmıyor, o kesin.

    • 5 min
    MEHMET METİNER - İran’da Değişimin Ayak Sesleri…

    MEHMET METİNER - İran’da Değişimin Ayak Sesleri…

    İran’a ilk gittiğimde yaşım 29’du.
    Yıl 1989’du, aylardan şubat.
    1979’da İmam Humeyni önderliğinde gerçekleşen görkemli devrimin 10. yıldönümüydü. İran İslam
    Cumhuriyeti‘nin daveti üzerine gitmiştim genel yayın yönetmenliğini yaptığım Girişim dergisi adına.
    Heyetin içinde pek çok gazeteci ve siyasetçi vardı. İran-Irak savaşının ateşkesle sonlandığı bir yıldı.
    Çok farklı duygularla ayak basmıştım Tahran’daki Mehrabad Havaalanı’na. Gökyüzüne uğurlandığı
    iddia edilen İslam’ın tarihte eşi benzeri olmayan bir halk ayaklanmasıyla iktidara taşınmasının bizde
    oluşturduğu duygu tarifsizdi. İmam Humeyni’nin kendisi de, önderliğinde yapılan devrimin kendisi de
    bizim sahiplenerek savunduğumuz bir olguydu.
    İran’da o duygu yüklü günlerde bile farkına vardığım iki şey vardı ki savunmam mümkün değildi.
    1985’te çıkardığımız Girişim dergisi o tarihlerde bir ekoldü. Hatırı sayılır bir entelektüel etkiye ve güce
    sahipti. Bizim camiamızda da hür düşüncenin mektebi gibiydi. Cesur ve korkusuzdu. Tek sesliliğe karşı
    çoğulculuğu savunan, eleştirel düşünme biçimini eksene alan bir anlayışa sahipti. Dışarıdan
    bakıldığında devrimi savunduğumuz için İrancı diye bilinen bir dergiydi. Oysa biz İrancı değildik. İran’ı
    körü körüne savunan bir dergi de değildik. Devrimi destekleyen ama rejimin yapıp ettiklerini de
    gerektiğinde eleştiren bir yerde duruyorduk. Sözgelimi, Hama katliamında İran’ın Suriye rejiminin
    arkasında durmasını sert bir dille eleştiren bir yerde duruyorduk.
    O tarihte İran’a dair üç belirgin saflaşma vardı. İran’a topyekûn karşı çıkanlar, İran’a biat edenler,
    İran’daki devrimi savunan ama rejimin mezhepçi ve milliyetçi karakterine eleştirel bakanlar. Biz
    üçüncüsünü temsil eden bir gruptuk. İlk gruptakiler sayıca fazlaydılar. İkinci gruptakiler sayıca çok
    daha azdılar. Sonra devletle ilişkilenme süreçlerinde çeşitli İslami grupların katılımıyla bir güç odağına
    dönüşebildiler. Girişim grubu mesafeli ve eleştirel tutumu dolayısıyla entelektüel düzeyde etkili bir
    pozisyon üretmeyi başarmıştı.
    Benim o tarihte farkına vardığım iki yanlış şuydu: Devrimden sonra oluşan rejimin mezhepçi bir
    eksene oturtulmuş olmasıydı. Bir de Fars milliyetçiliğini sahiplenir bir siyasal konumlanma içine
    girmesiydi. Nitekim o tarihlerde el yordamıyla tespit ettiğim bu devrimin ruhuna ters gördüğümüz iki
    olguyu Tahran’da katıldığım radyo programında “İran’daki İran, Türkiye’deki İran değil!” sözleriyle
    nezaketin dili çerçevesinde eleştirmiştim. İran İslam Cumhuriyeti’nin reel-pratik yüzü ile bizim İran
    İslam Devrimi’ne yüklediğimiz misyon birbiriyle çelişiyordu. Devrimin teorik ruhunun oluşturulan
    rejimin reel yüzüyle alakası iddiadan ibaretti. Tabii ki bu durum hem zihinsel bir kırılmayı, hem de
    hayal kırıklığını beraberinde getiriyordu.
    Türkiye’ye döndükten sonra Girişim’de yayımlanan uzunca başyazımın başlığı “İran İslam Devrimi’ni
    Doğru Değerlendirememe Sorunu” idi. Bu yazıyla birlikte koşulsuz İran savunucularıyla yollarımız
    ayrıldı. Hatta bize düşmanlık kertesinde bir tutum sergilendi. Biz İran’daki devrimin bizatihi kendisini
    savunan ama rejimin mezhepçi ve milliyetçi politikalarına itiraz eden yerde durmayı sürdürürken
    İran’dan çok İrancılık yapanlar ise koşulsuz biat anlayışında karar kıldılar. Sözün burasında o gün de
    durduğumuz yer, mezhepçilik eksenli bir yer değildi. Bugün de değildir. Biz İran İslam Cumhuriyeti’nin
    mezhepçilik eksenine oturan dominant anlayışına, başka bir deyişle mezhepçiliği adeta din gibi gören
    anlayışına kendi mezhepçiliğimiz üzerinden eleştiri getirmiyorduk.

    • 8 min
    ERSİN ÇELİK - Bir Rüzgâr Bayrak Bekliyor

    ERSİN ÇELİK - Bir Rüzgâr Bayrak Bekliyor

    Tam iki haftadır kulağı kirişte bekliyorum. Çok sayıda sivil toplum kuruluşunca oluşturulan
    Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonu’nun abluka altındaki Gazze'ye insani yardım götürecek
    ‘Akdeniz Gemisi'nin yolcuları arasındayım.
    Hemen her gün ne zaman hareket edeceğimizi sorup durdum. Son netleşen tarih, geçtiğimiz cuma
    günüydü. WhatsApp gruplarımız bile kuruldu.
    Geminin çok sayıda ülkeden aktivisti, siyasetçi ve gazetecilerden oluşan yolcuları belirlenmiş, tüm
    hazırlıklar tamamlanmış ve artık denize açılacaktık.
    Ancak hesapta olmayan bir erteleme söz konusu. Filoda bulunan 2 geminin bayrak ülkesi olan
    Guinea-Bissau, İsrail’in baskıları sonucu bayrağını çekti.
    Gemiler gereken tüm denetimleri geçmiş olmasına rağmen, Guinea-Bissau’nun Uluslararası Gemi
    Sicili denetmenleri inceleme talebinde bulundu. Olağandışı olmasına rağmen, Uluslararası Özgürlük
    Filosu Koalisyonu denetleme yapılmasını kabul etti. Denetçiler geçtiğimiz perşembe günü Tuzla’daki
    limanda bekleyen Akdeniz Gemisi’ne çıktı ve cuma günü de Guinea-Bissau’nun bayrağını geri çektiğini
    bildirdiler. Yapılan açıkça siyasi bir hamleydi. Soykırıma maruz kalan ve açlıktan ölümlerin yaşandığı
    abluka altındaki Gazze’deki insanlar için hayati önem taşıyan 5 bin tondan fazla yardım malzemesiyle
    yüklenmiş olan kargo gemisi bu şekilde, “şimdilik” engellenmiş oldu. Üstelik Birleşmiş Milletler’in,
    filonun güvence altına alınarak hızlıca Gazze'ye ulaştırılması gerektiğini açıklamasına rağmen yapıldı
    bu siyasi ve insani olmayan hamle.
    İsrail ve Amerika bir yandan Gazze’yi ölüme mahkûm ederken bir yandan da soykırımın önüne
    geçebilecek tüm politik ve sivil girişimleri de engelliyorlar. Şimdi bu büyük ve affedilmez suçlara Afrika
    ülkesi Guinea-Bissau da ortak oldu.
    Ancak ilginç başka detaylar da var. Filonun yola çıkmasını Yunanistan da istemiyor. ABD Temsilciler
    Meclisi Üyesi ve Demokrat Parti’li Chris Pappas öncülüğünde, aralarında Yunanistan kökenli
    milletvekillerinin de olduğu milletvekilleri 26 Nisan günü filonun engellenmesi çağrısında bulundu.
    Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken'a bir mektup gönderen Demokrat ve Cumhuriyeti partili
    milletvekilleri, filonun Türkiye'den yola çıkmasını engellemesini istediler.
    Milletvekilleri, filonun Gazze'deki insani krizi daha da kötüleştirebileceğinden, bölgesel gerilimleri
    alevlendirebileceğinden ve devam eden müzakereleri baltalayabileceğinden dem vursalar da bir
    büyük planın sekteye uğrayacağından korktuklarını dile getiriyorlar aslında.
    O plan ise Güney Kıbrıs’ta hazırlıkları yapılan geçici liman. İsrail’in, Amerika eliyle Güney Kıbrıs
    üzerinden Gazze arasında bir liman kurarak bölgeyi dünyadan koparma hedefi geçtiğimiz aylarda
    açığa çıkmıştı. Güney Kıbrıs’ın İsrail’in Akdeniz’deki karakolu olduğunu bilmeyen yok. Larnaka Limanı
    üzerinden, denizden insani yardım ulaştırma bahanesiyle Gazze'ye kuvvet gönderen Amerika’nın
    milletvekilleri de yola çıkmayı bekleyen filonun planlarını sekteye uğratacağını açıkça itiraf ediyorlar
    aslında.
    Haliyle, Uluslararası Özgürlük Filosu’nun yola çıkması Akdeniz’de acil ateşkes sağlanması için sivil bir
    baskı oluşturacak. Filoya Avrupa’dan ve Akdeniz’den yeni katılımlar olması söz konusu. Bunu tabii ki
    istemiyorlar. Filoyu da bu nedenle engelliyorlar.

    • 4 min
    TAMER KORKMAZ - “Ferman, İlber Paşa’mızındır- Tiz Yazısı Kesile!”

    TAMER KORKMAZ - “Ferman, İlber Paşa’mızındır- Tiz Yazısı Kesile!”

    “Ayasofya’da namaz kılınır mı? Namazını
    Sultanahmet’te kıl. Ayasofya, gudubet bir
    bina, namaz kılmak için; adamın ruhunu
    karartıyor!”

    -Böyle buyurdu, İlber Ortaylı!

    ***

    Bu hazımsızlık lakırdısı…

    “Ayasofya’nın yeniden cami olmasını
    engelleyemedik; bari insanları oradan
    uzak tutmaya çalışalım, abi” psikolojisiyle
    sarf ediliyor.

    ***

    24 Temmuz 2020’nin öncesinde…

    İlber Ortaylı da “Ayasofya müze olarak
    kalsın” diyenler arasındaydı. (08. 06.
    2020)

    ***

    Tıpkı, ABD’nin eski Dışişleri Bakanı ve
    eski CIA Başkanı Mike Pompeo gibi…

    Yahut Locaefendi’sinin muhibbi Fener
    Rum Patriği Bartholomeos gibi…

    Evropa Parlamentosu’nun eski
    raportörü “Terör Sevici” Kati Piri gibi…

    Ertuğrul Özbaydın’ı, Taha Gladyol’u,
    Sedat Pulitzergin’i ve Sinan Boşmeydan’ı
    da işbu müzeci tayfasına ekleyebiliriz.

    İLBER SULTAN

    Mösyö Ortaylı, popüler bir tarihçi sıfatı
    ile yıllardır “racon” kesiyor!

    Öyle ki, sözünün üstüne söz söylemek
    mümkün değildir, ola-bilemez:

    -Anayasa’nın “değiştirilmesi teklif dahi
    edilemez” maddeleri gibidir, zat-ı
    şahane…

    “Ferman, Padişahımızındır” hesabı!

    ***

    Ortaylı Paşa, Komprador Burjuvazi’nin
    tarihçisidir.

    İsmet İnönü için aynen şöyle yazmıştı:

    “Onu ne otoriter bir devletin başbakanı,
    ne de otoriter bir cumhuriyetin
    Cumhurbaşkanı olarak görmemiz mümkün
    değildir” (Hürriyet, 7 Ocak 2024)

    • 3 min
    ÖMER LEKESİZ - İslâmî Hareketten Kavramlar Savaşına…

    ÖMER LEKESİZ - İslâmî Hareketten Kavramlar Savaşına…

    Yedi risalesinin “Buhranlarımız” adıyla kitaplaştırıldığı yıla (1918/1919) göre, Said Halim
    Paşa’nın -önceki yazımızda naklettiğimiz şekliyle- İslamlaşma / İslamlaştırmaya yüklediği
    mana, fert olarak Müslüman kalma ve Müslüman ferdin çevresindekilerin Müslüman
    olarak kalması konusundaki açık bir “gayrete” işaret ediyor.
    Bu kelimelerine karşılık olarak Merriam-Webster’s (2003), İslamizm (İslamiyet,
    Müslümanlık; 1747), İslamize / İslamization (Müslümanlaştırma, Müslümanlaşma; 1846)
    kelimelerine yer verirken, İslamofobya’ya yer vermiyor. Al-Mavrid (2003) ise daha cimri
    davranarak sadece İslam, İslamic ve İslamizm kelimelerini gösteriyor. İslamofobya onda
    da henüz yer bulmuyor.
    Bunlardan “gayret” vurgumuza tekrar dönecek olursak, geçmişte İmam Gazzâlî, İbn
    Teymiyye, Şah Veliyyullâh Dihlevî, Hasan el-Bennâ ile Mevdûdî’nin ve sonraki birçok
    müceddidin ilim ve eylemlerinde somutlaşan bu gayretin, ferdî inanç ve eylem esasında
    kendindenliği aşikardır. Zira kendi istidatları ve imkanlarıyla kayıtlı olarak her Müslüman
    “Emri bi'l-Ma'rûf nehyi Ani'l-Münker” prensibine tabidir. (Bkz.: Sema Yiğit, Erken Dönem
    Kaynaklarda Maruf ve Münker, KURAMER Yayınları)
    Ancak Maruf ve Münker kelimeleriyle çerçevelediğimiz söz konusu gayret yukarıda
    isimlerini zikrettiğim ve bunların yolunu izleyenden ibaret değil. Aynı gayreti taşımayan
    Müslümanlar olduğu gibi, zikrettiğimiz şekliyle o gayreti “kırmak” isteyen kafirlerin de bir
    gayreti var.
    İşte bu menfi gayret nedeniyledir ki, İslamlaşma gayretini kendi inanç ve şartlarındaki
    doğallığından koparmaya çalışanların güç, kültür ve imkân bakımından da daha yetkin
    olmalarıyla, fiili bir savaştan önce kelimelerin savaşına tanık oluyoruz.
    “Bana ‘İslamcı’ dediklerinde, ister Meşrûtiyet dönemindeki manasında İslamcılık ile kendi
    davam ve konumum arasında bir aynılık ve aidiyet ilişkisi kuramıyorum.” diyen Hayreddin
    Karaman’ın, günümüzle kayıtlı olarak vardığı şu sonuç, bizzat tanığı olduğumuz “savaş”ın
    sebebi olarak öne çıkıyor:
    “Şimdilerde benim ilk işaretlerini almaya başladığım bir değişim ve gelişim var. Bu
    değişim, İslamcılık anlayış ve uygulaması alanında gerçekleşiyor ve İslâmcılığın yaygın
    anlamından ‘benim İslâmcılık tanımlamam’a doğru seyrediyor. İslâm ile siyaseti ve
    ideolojiyi aynılaştıranlar, İslâm'ın siyaset ve ideolojiyi aştığını bilmeyenler bunun hatalı
    olduğunu anlamaya başladılar. Türkiye'de siyasetin kendi kuralları, kadroları ve söylemi
    ile; ‘İslâmcılığın, Müslüman kalma ve yaşama mücadelesi’nin de kendi mâhiyetine ve
    amacına uygun kurallar, söylemler, yöntemler ve kadrolarla yapılması gerektiği
    anlayışına doğru bir gelişmenin rüzgârını hissediyorum.” (İslami Hareket Öncüleri 1, İz
    Yayınları)
    Karaman’ın vardığı bu sonucu Cezayir, Mısır ve Tunus’taki İslami Hareketlerin demokratik
    mücadele içinde elde ettikleri siyasi kazanımları, Batılı ülkelerin fiili ya da dolaylı
    müdahaleleriyle kaybetmeleri üzerinden okuduğumuzda, Müslümanların İslamlaşma
    gayretinde yaşadıkları handikapların düzeyini de görmüş oluruz.
    Bu bağlamda, Batı’nın İslam düşmanlığının tam adı olarak bugünkü İslamofobya’nın
    karşısında konumlandırdığı İslamcılığı, Müslüman halklarla topyekûn bir çatışmaya
    girmeme adına yumuşatmak için “siyaset” ekiyle -Siyasal İslamcılık- yeniden bir
    ayrıştırmaya tabi tutmasından da görüleceği üzere kelimelerin savaşı fiili savaştan çok
    daha etkili olarak varlığını sürdürüyor.
    İlhan Kutluer’in “İslâmcılık hareketi, modern Avrupa medeniyetinin İslâm dünyası
    aleyhinde oluşturduğu tehditlere etkili bir karşı koymanın ancak modernleşmenin
    gereklerine uygun bir zihniyet

    • 4 min
    MEHMET ŞEKER - Cahillik Sınır Tanımaz

    MEHMET ŞEKER - Cahillik Sınır Tanımaz

    Alman Cumhurbaşkanı ülkemize gelince eline uzun bıçağı aldı, döner kesti. Pek severmiş döneri.
    “Kes bir…”
    Almanya sokaklarında halka mikrofon uzatıp sordular. “Döner hangi ülkenin yemeği?”
    Yarıdan çoğu, Almanya’ya ait olduğunu söyledi.
    Cahillik, beynelmilel bir şey. Sınır tanımıyor. Alman’mış, Fransız’mış aynı.
    AVRUPA ÖLÜMLÜ
    Makron bu defa Avrupa hakkındaki düşüncelerini dile getirdi.
    “Avrupa’mız ölümlüdür. Ölebilir. Bu, yapacağımız tercihlere bağlı.”
    Beş yıl önce de NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini söylemişti.
    O söz, söylendiği tarihte geçerliydi ama kısa bir süre sonra Ukrayna-Rusya savaşı başlayınca tablo değişti.
    Makron, içinde ölüm geçen cümleler kurmayı seviyor.
    Hayattaki en kesin gerçeğin ölüm olduğunu anlamış gibi.
    Hayırsever biri “Küllü nefsin zâikatü’l-mevt” (Her canlı ölümü tadacaktır) ayetinin Fransızcasını Makron’a
    iletsin.
    Sonra da “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun” (Allah’a aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz) ayetini.
    Olur ya, etkileneceği tutar belki.
    NE GÖRÜŞECEKLER?
    Bayram kutlaması için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayan Özgür Özel, görüşmek istediğini ve randevu
    talep edeceğini de açıkladıktan sonra kimilerinin ayarı kaçtı.
    Kılıçdaroğlu “Müzakere edilmez, mücadele edilir” diye uyardıysa da etkili olmadı.
    Özel’in “Cumhurbaşkanı ne zaman, nerede randevu verirse orada görüşürüz” beyanı iyice sinirleri hoplatmış
    olsa gerek.
    TBMM’de 23 Nisan resepsiyonu sırasında Özgür Bey çay içmeye davet edildi.
    Kısa da olsa, bir nevi görüşme provası.
    Beklenen görüşmenin ne zaman olacağını Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soran gazeteciler “Önümüzdeki hafta bir
    araya geleceğiz” cevabını aldı. Bunlar hep gün gün oluyor.
    Gazeteci milleti neler görüşeceklerini sorduklarında Özel dosyasındaki konuları sıraladı.
    - Ekonomi konuları
    - Belediyelerin nazım planları, borçlar, krediler
    - Emeklilerin sorunları
    - Can Atalay konusu
    - Gezi davası tutukluları
    - Taksim’de 1 Mayıs kutlaması
    - Dış politika konuları
    - Filistin meselesi
    Sonuç alınırsa, diyalog kanalını açık tutacaklarını ekledi.
    Cumhurbaşkanı tarafından yeni anayasa hazırlanması konusunun açılacağı da anlaşıldı. Özel’in bu konuya pek
    sıcak bakmadığı belli oldu.
    Mevcut anayasaya uyulmadığını söyleyecekmiş.
    Gazetecilerin soruları ve alınan cevaplar az daha devam ederse, bir araya geldikleri zaman, ortada konuşacak bir
    konu kalmayacak. Bütün konular hakkındaki görüşlerini basın üzerinden ortaya sermiş olacaklar.
    Görüşmenin öncesindeki fikir ve tavırlarında değişiklik olmayacaksa, buluşmaya da gerek yok esasen.
    HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK
    İYİ Parti Genel Başkanı seçilen Müsavat Dervişoğlu’nu kutlarız. Vatana millete hayırlı olsun.
    Seçildikten sonra yaptığı ilk açıklama dikkat çekiciydi.
    “Emin olun, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
    Demek bugüne kadar yapılanların hepsi yanlıştı. Başka bir sonuç çıkaran haber etsin.
    Meral Hanım’ın desteklediği adaydı Dervişoğlu. Seçildikten sonra ilk tebrik eden kişi oluşu da önemli.
    İlk beyanda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylemesi, Meral Hanım’ı üzmüş olabilir.

    • 3 min

Mest populära poddar inom Nyheter

SvD Ledarredaktionen
Svenska Dagbladet
Söndagsintervjun
Sveriges Radio
Expressen Dok
Expressen
Dagens Eko
Sveriges Radio
USApodden
Sveriges Radio
Ekot nyhetssändning
Sveriges Radio

Du kanske också gillar